Çalıştıkça Sefalet Büyüyor
“Elbette şimdi birçokları bu denli bir ‘iş yaratma’
yöntemiyle ister istemez insanların beslenmesinin
korkunç bir biçimde topların beslenmesine dönüşeceğini görüyordu.” (1)
Faşizm iktidara geldiğinde en iri tekellerin sermayesini artırmak ve savaşın, yayılmacılığın hazırlıkları için bazı işler artmaya, yaygınlaşmaya başlar. Brecht’ina vurguladığı “iş yaratma”, otoban, yol yapımı, devasa boyutlarda ve çok sayıda yapı ve imar işlerinin, silah ve top yapımının yaygınlaşmasıdır. Mussolinib İtalya’da iktidara geldikten sonra, 1922- 1934 yılları arasında 43 milyar litrelik bayındırlık işine girişir. 550 km uzunluğunda otoban yapılır. Almanya’da 1934 yılında “ikinci çalışma savaşını” başlatan Hitlerc 7 bin km otoyol yapacağını açıklar. 1937’de 2 bin km otoyol tamamlanır ve her yıl bin km otoyol yapmaya devam edeceklerini duyurur. Almanya’da dört yıllık savaş hazırlığı masrafının 30 milyar Markı aştığı tahmin ediliyor. Türkiye’de de 12 Eylül 1980’den sonra başlayan ve yıllar geçtikçe artan otoban, duble yol, köprü, büyük ve en büyük adliyeler, cezaevleri, havaalanları, saraylar vb. yapımları sürüyor. Bu tür işleri yapan faşist ülkelerde, işçiler düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalıştırılırlar. Tarım proletaryası ve küçük köylüler daha da yoksullaşırken yatırımlar, tekellerin kasalarını dolduracak imar, inşaat ve sanayi alanlarına yapıldığından açlık ve sefalet büyümeye başlar.
Faşist ülkelerin imara büyük yatırım yapılan yıllara ait verileri, faşizmle açlık arasındaki bağı göstermektedir. “Bizzat İtalyan basınının verdiği rakamlara göre, itibari ücretler 1927- 1932 arasında yarı yarıya düşmüştür. (…) 1927 ile 1935 arasındaki düşüşün yüzde 60 ile 70 arasında olduğunu söylemek abartı olmaz.”(2) Bu yıllarda ücretler yüzde 30’luk enflasyona karşın daha az zamlar yapılarak düşürülmektedir. “30 Ocak 1933’ten 1935’e kadar Almanya’da ücretler yüzde 25 ile 40 arasında düşmüştür… Bavyeralı Bakanı Wagner de ‘pek çok Alman işçisinin açlık çektiğini’ kabul ve itiraf eder.”(3) Bu sözler faşizmin getirdiği açlığı gösteriyor. Faşizmin kadroları olumsuz olan hiçbir gerçeği kabul etmek istemezler. Ancak istisnai olarak gerçeklerin ağızdan kaçırıldığı olur. Büyük imar işlerine yapılan harcamalar, emekçilerin yaşam koşullarını kötüleştirip açlığı artırmaktadır. Türkiye’de 12 Eylül faşist darbesinden sonra işçi ücretlerinde düşüş yaşandı. Reel ücretler 1979’a oranla 1984 yılında sanayide yüzde 40, ortalamada ise yüzde 30’un üzerinde düştü.
Faşizmin iktidara geldiği ülkelerde işçi sınıfının ve tüm emekçilerin yaşam düzeyi düşmüş, yoksullaşma giderek artmış ve açlık ortaya çıkmıştır. Büyük imar projeleriyle birlikte çoğu zaman artan iş alanlarına karşın açlık ve yoksulluk artmıştır.
Faşizm Halka Ne Getirir?
Faşizm gücünü sağlamlaştırdıkça gerçek yüzü daha fazla ortaya çıkmaya başlar. Dimitrov “Faşizm işçilere ‘adil ücret’ vaat etti ama gerçekte onların hayat standartlarını daha da düşürdü, yoksullaştırdı. İşsizlere iş vaat etti; ancak bugün emekçiler açlıktan -daha da- büyük bir acıyla kıvranıyor, köle emeğe zorlanıyorlar.”(4)
Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini ile faşizmin iktidara gelmesinden sora emekçilerin yaşadıkları bizde 12 Eylül sonrası görülüyor: İşçilerin aldıkları ücretlerin gayri safi milli hasılaya oranı ve “milli gelir”den işçilere ödenen ücretin miktarı düşmüştür. Sürekli düşen alım gücü, 2020 yılında pandemi ile daha da artmıştır. “TÜİK verilerine göre işgücü ödemelerinin milli gelir içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 32,9 iken bu oran 2020 yılında yüzde 29,9 oldu. (…) (Sermaye gelirlerinin) payı iste yüzde 50,5’ten 55,3’e yükseldi.”(5)
Pandemi ile birlikte açlığın, yoksulluğun, intiharların, cinnetin, işsizliğin en yüksek seviyelere ulaştığı bu dönemde emekçilerin gelirindeki yüzde 3’lük azalmaya karşın sermaye sınıfının gelirinin yüzde 5 civarı artmış olması faşizmin neden var olduğunun, açlığın faşizm ile daha fazla artışının en açık kanıtlarından birisidir. Pandemi döneminin açığa çıkardığı gerçekler elbette sadece faşizmle ilgili değildir, faşizmin etkisi açlığın daha fazla artmasıdır, baskı ve teröre dayalı gerçekleşmesidir.
Faşist Hitler, Almanya için “Ya bir köylü devleti olur ya da hiçbir şey olmaz.”(6) demektedir. Sonrasında ise köylü malları kanunu ile milyonlarca köylü çocuğu köylerinden çıkarıp dilenci durumuna getirmiştir. “Çiftlik işçileri yarı köle durumuna getirilmiş, serbest hareket gibi ilkel bir haktan bile yoksun bırakılmışlardır.”(7) Feodalizm döneminin gerici, ilkel egemenlik biçimi uygulanmaya başlanmıştır. Köylülerin ürettikleri ürünleri pazarlarda satma olanağı da ellerinden alınmıştır.
Türkiye’de 12 Eylül darbesi ile birçok üretim ve tüketim kooperatifinin kapatılması, daha sonraları ise tohumda patent zorunluluğu getiren yasa, hal yasası gibi gelişmelerle benzer sorunlar yaşanmıştır. Üreticinin üretimden uzaklaştırılmasıyla bir yandan üretici yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya kalırken diğer yandan genel olarak besin maddesi satma olanağı da ellerinden alınmıştır.
Brecht faşizmin açlık konusunda yaklaşımlarını şu sözlerle ortaya koyuyor; “Badanacı Hitler; kendileri giysisiz, aşsız, konutsuz olup, tüm ulusu giydiren, besleyen ve tüm ulusa konut diken işçilere çektiği bir nutukta, özveriye hazır olmadıkları ve hep aş, giysi, konuta kafa yordukları sürece, gerçek bir devlete sahip olamayacaklarını söylüyordu. Açları ve tokları, midelerini çok fazla düşünmekle suçluyordu. Hitler’in bakanı Frick, yoksulları, salt (…) sosyal tırmanma nedeniyle çocuk yapmaktan kaçınmakla suçluyordu. EK: Bu seviyesiz kadınlar, çocukları için ekmekten daha az değerli olduklarını sanıyorlar herhalde.”(8) Buradaki faşist anlayışla, “kuru ekmek yiyorlarsa aç değillerdir” diyen anlayış aynıdır. Kadınların çalışmasını engellemek için çocuk yerine kariyer yapmak suçlamasının faşistlerin ortak yönlerinden olduğu anlaşılıyor. Anneleri çocuklarına karşı duygusuzlukla suçlamak, faşizmin devamlı duygulara hitap edip, duyguları sömürerek yönetme anlayışından kaynaklanıyordu. Yeter ki açlığa katlansınlar, o zaman “yüce ve duygu yüklü” olurlar. Ya açlıktan hasta olan, sakat kalan, ölen çocuklar? “En az üç çocuk” çağrıları tesadüf değildir. Faşistlerin ortak yanlarından birisi de nüfus artışını hızlandırma, kadınların daha çok doğum yapmaları için baskı yapmaktır.
Açlıkla Terbiye
Faşizm aynı zamanda işçi sınıfını teslim almak ve boyun eğdirmek isteyen tekelci sermayenin bir devlet biçimidir. Bu amacına ulaşmak için açlığı bir kamçı olarak kullanmaktadır. Nerede faşizme boyun eğmeyen işçiler, çalışanlar varsa hemen işsizlik kamçısının yakıcı acısını hissetmeye başlarlar. Bu kamçı ile dövülürler.
İtalya’da toprak sahipleri faşist sendikalara üye olanları işe alırken, bankalar da sadece faşist sendikalara üye olan çiftçilere kredi vermektedir. “Sosyalist kooperatif kurma fikrinin yerleşik olduğu belli bazı merkezlerde direniş güçlüydü ve yıllarca sürdü. Ama yavaş yavaş, işverenlerin taleplerini yerine getirmezlerse açlıktan ölecek olan toprak emekçileri, tek tek ya da gruplar halinde faşist sendikalara katılmayı kabul ettiler.”(9) Türkiye’de de çiftçiler kredi borçları, faizler, tarımda girdilerin yüksekliği, pazarlama sorunları gibi birçok nedenler iflas ederek hapis cezası aldılar. Bu nedenle ilçe hapishanelerinin dolduğu, çiftçileri hapishanede yatmak için sıra beklediği acı gerçekler yaşandı. Faşist partilere üye olanlar ve referans olanlar, mülki idareden “sakıncasız” olduğu onayını alan çiftçiler kredi, tarım desteğini alabiliyorlar, işe girebiliyorlar. “Ötekiler” kapı kapı dolaşır, işlerini yaptırmak için boşuna çabalarlar. Medyada sık sık görülen, sınavlarda yüksek puan alanlara mülakatlarda düşük puan verilerek eleme haberleri açlıkla terbiye yöntemlerinin haberleridir.
12 Eylül faşist cuntasının sendikaları kapatmasıyla başlayan saldırı günümüzde de devam ediyor. Sendikalı işçilerin çalışan sigortalı işçiye oranı 12 Eylül 1980 öncesi yüzde 40 iken 2020’de yüzde 13 civarındadır.
Faşizm denildiğinde korku ve dehşetle hatırlananların başında Gestapoe gelir. En başta komünistleri fişleyerek işe başlamış, komünist parti üyesi ya da komünistlerin yönettiği sendikalara üye işçileri işten attırıp çalışmalarını engellemiştir. Eğer tutuklanıp toplama kamplarına gönderilmemişlerse sıraları daha gelmemiştir. İşten atmalar, faşizmi reddeden sosyal demokratlardan dini gruplara kadar genişletilmiştir. İşçiler, emekçiler içinde korku salmak için de bu yaptıklarını yayınlatıp dururlar. Bizde 12 Eylül’den sonra TÜRK-İş dışındaki önemli işçi sendikalarının kapatılması, dernek, kooperatif ve birçok demokratik kitle örgütlerinin kapatılması, 2016 yılında başlatılan OHAL kapsamında on binleri bulan KESK üyesi kamu çalışanının işten atılması, bu atılanların yurt dışına çıkışı, bankada işlem yapması, işe girmelerinin engellenmesi faşizmin açlıkla terbiye yöntemlerindendir.
Faşizmin açlıkla tanımı; insanların açlıktan öldüğü, aç olduğunu söylemesi yasakken açlıktan ölmenin serbest olduğu bir devlet biçimi olarak yapılabilir. Aç olduğunu söyleyenler yalancılık, vatan hainliği, nankörlük, teröristlik, devlet düşmanlığı gibi sayısız suçlama ile karşılaşabiliyorlar. Son yıllarda açlık intiharları, açlıktan ölümler yaygınlaşmış durumda.
En ağır sömürüyü sürdürmeye çalışan faşizm açlığın oluşturacağı tepkiye karşı eğitim alanında da gerekli adımları atmaktadır. Eğitim boyun eğdirme ve ehlileştirme amaçlı yapılır. “Tüm ulusu, tüm gün boyunca eğitir. (…) yiyecek sağlayamaz, o yüzden nefsini kontrol etmeyi öğretmesi gerekir.”(10) Türkiye’de 12 Eylül’den beri İmam Hatip Liselerinin ve din eğitiminin sürekli artması eğitimin gericileşmesine neden olurken bu eğitimin sonucunda nefsini kontrol ederek açlığa katlanan, şükreden ve kaderine razı gelen nesiller yaratılmaya çalışılıyor.
Faşizmde Açlığın Dehşeti
“Ama savaş, yalnız bir cürüm değil, bir aptallıktır.
Ve ekmek karneleriyle başlayacaktır.”
Toplama kamplarında insanların zayıflıktan kemiklerinin sayıldığı fotoğraflar, tüm dünyada faşizmi anlatan sembol görüntülerden biri olmuştur. Ama bilinenler, yaşananların çok küçük bir parçasıdır. “Sovyet güçlerinin yaklaşık 5,7 milyon mensubu Alman birlikleri tarafından esir alındı. 3,3 milyonu sistematik olarak açlıktan ölmeye terk edildi.” 3,3 milyon Sovyet askerinin açlıktan öldürülmesinin dışında faşizme karşı savaşta ölen 18 milyon sivil Sovyet vatandaşından milyonlarcasının açlıktan öldüğüne şüphe yoktur. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yaşamını yitiren 60 milyon insan içinden 10 milyondan fazlası açlıktan yaşamını yitirmiştir. Bunu sadece bir savaş olarak düşünenler yanılır. Bu, emperyalist sermayenin çıkarları için gerçekleştirilmiş bir insan kıyımıdır. Brecht’in savaş öncesinde söylediği “İnsanların beslenmesinin topların beslenmesine” dönüşmesi gerçekleşmiştir. Topların doyması 60 milyon cana mal olmuştur.
Türkiye’den
Son 20 yılda 3 milyon hektar üzerinde tarım alanında tarım sona erdi. Bu tarım alanlarının boş bırakılmasının nedeni tarım ürünleri üzerindeki ağır vergiler, tarımda girdi fiyatlarının yüksekliği, gübre, mazot, elektrik, ilaç, tohum, tarım aletlerinin, özellikle traktörün fiyatının yüksekliği, bunlardaki yüksek vergiler, tohumlarda patent zorunluluğu, yasaklar, devlet zorunu da içeren nedenler sonucu tarımda bu kadar alan boş kalmıştır.
1990’lı yıllarda binlerce köyün boşaltılması, yayla ve mezra yasakları, yasak bölge ilan etmek gibi açıkça faşist zora dayalı engellemeler hayvancılık ve tarımın geriletilmesinde etkili oldu. Köy boşaltmalar sadece Kuzey Kürdistan’la sınırlı kalmamış, İç Anadolu ve Karadeniz bölgesine kadar yayılmıştı. Yoğun operasyonlar, infazlar, gözaltında kayıplar, işkenceleri hayvanların, sürülerin taranması, tarlada ürünlerin yakılması, köy yakmalar ve binlerce köyün boşaltılmasına varan yaygın baskı sonucu hayvancılık ve tarımsal üretim azalmıştır. Hayvancılığın en yaygın ve en çok yapıldığı illerde hayvancılık yapılamaz hale gelmiştir. Uygulanan faşist politikalar direk olarak tarım ve hayvancılık üzerinden besin üretiminin azalmasına yol açmıştır. Benzer gelişmeler faşist darbelerin ve diktatörlüklerin, faşist devletlerin en yaygın görüldüğü Latin Amerika ülkelerinde de yaşanmıştır. Büyük imar projeleri ve saraylara yatırılan yüz milyarlarca doları bulan bütçe, emekçilerin sofralarından eksilen lokmalarla oluşturulmuştur.
Faşizm ve Açlığa Karşı Mücadele
Faşizmin doğru anlaşılması, mali sermayenin en gerici, en emperyalist, en şovenist kesimlerinin terörist diktatörlüğü olduğunun anlaşılması, faşizmin yol açtığı yıkım ve açlıkları engellemek ya da ortadan kaldırmak için olmazsa olmaz ilk koşuldur. Faşizm, tekelci sermayenin iktidarını korumak ve sömürüyü artırmak için başvurduğu bir devlet biçimidir. Bundan zarar gören işçi ve emekçileri, aydın, küçük mülk sahibi ve tüm anti-faşist kitlelerin birlikte mücadelesinin yolları bulunmalıdır.
Faşizmin demagojilerini, baskılarını boşa çıkarmak için mücadele edilmelidir. Faşizmin baskı ve terörünü yılmadan göğüsleyim. Ona karşı mücadele edilmedikçe sömürünün yarattığı çürüme, yıkım ve açlığı dehşeti yaşanacaktır.
Bu dehşet verici gelişmeler ve açlık sermayenin güçsüzlüğü ve başka çözüm yolu bulamamış olmasındandır. Eğer bir avuç sermayenin terörist diktatörlüğüne ve dehşetine karşı emekçi kitleler devamlı olarak örgütlü bir mücadele yürütürlerse bu dehşet ve açlıktan kurtulma yolunda ilerlemiş olurlar. Faşizmi yıkarak açlıktan ve faşizmden kurtulurlar. Faşizm yıkılmadıkça bu açlık, sefalet ve baskı devam eder. Tekelci sermayenin sömürüsünün en üst düzeyde sürmesi için faşizmin var olduğu ve açlığın bundan dolayı arttığı hiçbir zaman unutulmamalıdır. Emekçilerin sofrasındaki ekmek, aş ne kadar azalırsa, gıda ne kadar azalırsa mali sermayenin kasası o kadar çok dolar. Emekçiler için ne kadar açlık ve sefalet olursa burjuvazi için o kadar çok servet olur. Bu da en iyi faşizmle sağlanıyor.
Faşizme karşı mücadele, aktif eylemleri de içeren bir mücadele olmadığı sürece kesin zafere ulaşmak mümkün değildir. Faşizm hiçbir yasa ve hukuk tanımaz, kendi koyduğu yasaları da istediğinde çiğner. Faşizme karşı mücadelede bu durum göz önüne alınmadığı sürece, yasallıkla ayaklar zincirlendiği sürece yol alınamaz. Faşizm devrimle yıkılır. Anti-faşist mücadele devrimci araç ve yöntemlerle zafer kazanır.
Faşizm açlık ve sefaleti büyütür. Faşizm yıkılmadan emekçiler için açlık ve sefaletten kurtuluş yok.