Hafıza ve Bellek

Yaşamlarımıza ölümler giriyor. Adlar birer sayıya dönüşüyor. Her ölüm birlik, ondalık, yüzlük sayılar halinde kazınıyor belleklerimize. Altı Mayıs’ta üç fidan, Kızıldere’de on yiğit, Taksim’de otuz dört devrimci, Gezi’de on genç, Soma’da üç yüz bir işçi, Suruç’ta otuz üç sosyalist genç, Ankara’da yüz üç kişi… Bunlar bize kalabilen sayılar ve kimimiz için birer sayı bile olamayan arda kalan ölüler. 

Ömür akıp gidiyor, bazı sayılar unutuluyor bazı sayılar adlara dönüşüyor. İki bin yirmi iki yılının haziran ayında yapacağım bir görüşmeye kadar benim için de sayılardan ibaret olan Madımak yavaş yavaş ete kemiğe bürünüyor.  

Bir haziran günü yaptık ilk görüşmemizi. İki Temmuz’un, Madımak Oteli’nin, Sivas Katliamı’nın bir sanal müzesi yapılacaktı. Proje kapsamı bununla sınırlı da değildi. Sözlü tarih görüşmeleri, belgesel, web belgesel ve kütüphane bölümleri de kurulacak büyük bir dijital platform kurulması fikri vardı. Bu beş bölümden sanal müze kısmı için çizim yapmam isteniyordu. Proje henüz kafalarda somutlaşmamıştı. Yolda öğrenilecekti biraz. Belli olan tek şey portrelerdi. Katliamda yitirdiğimiz otuz üç kişinin portrelerini çizecektim. Birkaç sahne, belki otelin çizimleri, belki farklı birkaç çizim daha eklenecekti. Heyecanla karışık bir gururla “olur” dedim, “olur” dedik. Önümüzde topu topu bir sene vardı. Katliamın otuzuncu yılına yetişmesi gereken bir projeydi. Tarih değiştirilemezdi. Planlar çıkarıldı, takvimler konuşuldu, çalışılmaya başlandı. 

Sanal müze olarak önümüzde duran tek örnek, savaş sırasında Nazilerden saklanıp bir evde gizli bir bölmede yedi yüz altmış bir gün saklanan Anne Frank’ın müzesiydi. Amsterdam’da olan ve ziyarete açık bu ev-müze aynı zamanda sanal ortamda modellenerek sanal geziye de açıldı. Web sitesinden girdiğiniz sanal ev-müzede odaları tek tek dolaşabiliyor, eşyaları tıklayıp bilgi alabiliyor, müzik dinleyebiliyor, video izleyebiliyordunuz. Madımak Oteli Müzesi belki biçim olarak dünyada ikinci, ama içerik olarak, bir katliamın sanal müzesi olma özelliğiyle bir ilk olacaktı. Projenin heyecanı da sorumluluğu da buradan geliyordu. 

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun yüklenici olduğu projede farklı disiplinlerden birçok insanla birlikte çalıştık. Grafik tasarım, 3D modelleme ve animasyon, 3D nesne modelleme, müzik, fotoğraf, video çekimleri ve kurgusu, seslendirme, deşifre, İngilizce çeviriler, yazılım ve yüzlerce belki binlerce dokümanın taranması, arşivlenmesi… Her biri bazen tek bazen birkaç kişilik ekiplerce yapılan işler. Ve bunu yapan ekipler, çekim ekibininin dışında, birbirini hiç yüz yüze görmediler. Adına sonradan Madımak Katliamı Hafıza Merkezi diyeceğimiz bir sanal merkezin oluşma süreci de sanal oldu. Avrupa, İstanbul, İzmir ve Ankara’dan ondan fazla insan bir seneyi aşkın süre boyunca sanal ortamda görüştü, sanal ortamda üretti, sanal ortamda paylaştı, sanal ortamda tartıştı, yeri geldi sanal ortamda kavga etti. Adına yakışır bir şekilde üretildi sanal hafıza merkezi. İstanbul’dan katılan tek kişi olarak benim yalnızca proje koordinatörü Eylem ile yüz yüze tanışma fırsatım oldu, o da çok tesadüfi bir biçimde gerçekleşti. Başlı başına dijital çağa uygun bir proje olarak üretilmiş ve sunulmuş oldu Hafıza Merkezi. 

Üretim aşamasının estetik ve teknik işleri devam ederken, ben de çizmeye başladım. Henüz tasarım olarak netleşmeyen ve projenin ilk altı ayı boyunca da netleşmeyecek web portal giriş çalışmalarıyla başladım üretmeye. Giriş için farklı tasarım fikirleri vardı. Madımak Katliamına biraz daha uzaktan bakan bir araştırmacı gözün odası fikri bunlardan biriydi. Bir dedektif misali katliamı inceleyen, kanıtları toplayan, muhtemel suçluların fotoğraflarını asan birinin odasına girilecekti. Bu fikir bana hep soğuk gelmişti ama sonuçta ekip işi böyle bir şeydi. Önerileri çizdim ilk başlarda. Benim önerim hep otelin resepsiyonundan girmek yönündeydi. Madımak Otelini somut olarak görmediğimiz bir dijital portal fikrine hiç sıcak bakamadım. O yüzden bu önerimin çizimlerini de yaptım. Bir süre sonra dedektif odası fikri kabullenildi ve üretimleri hazırlandı. Bir yandan otel sanal olarak üretildi. Madımak Oteli’nin dış cephesi, resepsiyonu ve odaları 1993 yılındaki orijinaline uygun bir planda 3D modellenmeye başlandı. Modellemeler, tasarımlar, arşiv toplamalar, çekimler sürerken ben de eş zamanlı olarak portreleri çizmeye Metin Altıok ile başladım. 

Portre çizmek diğer çizim işlerine hiç benzemez. Her bir çizimden önce yaşam öykülerini okudum. Kiminin altmış altı yıl kadar uzun, kiminin on iki yıl kadar kısa yaşamlarına baktım tek tek. Ekibin topladığı tüm kişisel dokümanları inceledim. Onlara dair ince detayların peşinden koştum. Bazılarının arkasında bıraktığı bir dünya, bazılarının ise yalnızca birkaç küçük fotoğraf ya da obje vardı. Bir çalışkan karınca Asım Bezirci, içine kapanık ama bir o kadar yetenekli Uğur Kaynar, çelimsiz bir vücudun arkasında yatan bir romantik dev Metin Altıok, yirmi iki yıllık yaşamına onlarca insanın ömrünü sığdıramayacağı kadar üretmiş yetenekli virtüöz Hasret Gültekin, doktorluktan şairliğe uzanan bir yolun yolcusu Behçet Aysan, Avrupa’dan festival için kalkıp Sivas’a gelen halk müziği sanatçısı Edibe Sulari ve onun davetiyle gelen Sehergül Ateş, en birikimli halk ozanlarından Nesimi Çimen ve Muhlis Akarsu ile Muhlis’in eşi Muhibe Akarsu, karikatürleriyle deli dolu ‘dino’ Asaf Koçak, belgesele gönül vermiş Erdal Ayrancı, fotoğraflarla yaşayan Mehmet Atay, tiyatroya ve birbirine bağlı iki can İnci Türk ve Muammer Çiçek, Alevi kadınların hayatını gözlemlemek için Hollanda’dan Sivas’a gelen maceracı bir ruh Carina Thuijs, kadın mücadelesine kafa yoran, bu konuda yazan, tartışan, günlükler tutan yakın dostlar Gülender Akça, Gülsün Karababa ve Handan Metin, etkinliklerin stant sorumluları, birbirine çok yakın iki kuzen Nurcan Şahin ve Özlem Şahin, gençlik komitelerinde ve semah ekiplerinde hep bir arada olan Ahmet Özyurt, Murat Gündüz, Serkan Doğan, Serpil Canik, semah ekibinin genç yaşta hocalığını üstlenmiş Asuman Sivri ve onun ‘küçük filozof’ ablası Yasemin Sivri, yine semahçılardan Huriye Özkan ve tiyatrocu kardeşi Yeşim Özkan, Yeşim’in tiyatroda aşık olduğu bağlamaya, müziğe ve Yeşim’e aşık Sait Metin, genç müzik grubunun kadife sesli genç solisti Belkıs Çakır, ve çocuklar, hep çocuk kalanlar, bir ömür borçlu olduklarımız Menekşe ve Koray Kaya kardeşler… Birkaç satıra sığan isimler bir ömrü tamamlayamayan hayatlar… Her biri doksanlı yılların devrimci aydınları ya da aydın olmaya adaylarıydılar. Birçoğunun cebinden çıkan küçük şiirler, Nazım ve Deniz fotoğrafları, günlüklerine yazdıkları büyük sözler, okudukları kitaplar, izledikleri filmler, yazdıkları kitaplar, hakkında yazılan kitaplar, onların çektikleri fotoğraflar, videolar, besteledikleri ve söyledikleri türküler… Her birinin yaşamlarında kendilerini ve toplumu değiştirmenin, dönüştürmenin, daha ileriye gidebilmenin arzusu ve çabası saklıydı. Otuz üç insandan geriye sadece bir otelde öldürülen otuz üç sayısı kalmadı, onlar artık benim için olduğu kadar sizler için de odalarında gezdiğinizde göreceğiniz yaşamlar, onlar Metin, Nesimi, Edibe, Belkıs, Menekşe. Artık onlar hepimiz için birer isim, birer yaşam. 

Proje ilerledikçe bende yarattıklarıyla çizdiğim her bir ismin portresi yakınlarıyla paylaşıldı. Otuz yıldır onlarla yatıp onlarla kalkan yakınlarının yorumları, istekleri, beğenileri önemliydi. Nihayetinde benim çizdiklerim sadece bende kalanlardı. Hafıza Merkezi çalışmaları başlarında her bir aileyle ayrı ayrı görüşmeler yapılıyordu. Bu proje süresince böyle devam etti. Hatta o kadar iletişim kuruluyordu ki Alevi örgütlenmelere ya da diğer ailelere tepkili ve iletişimini kesmiş, doğalında Hafıza Merkezi’ne herhangi bir katkı sunmayı reddeden aileler yakınlarının odaları onlara sunuldukça maziyi geride bırakmaya karar verdiler. Düne kadar tek bir fotoğraf bile paylaşmayı ve ekiple görüşmeyi reddeden yakınlar ekibe minnetlerini sundu. Bu belki de Hafıza Merkezinin en büyük kazançlarından biri oldu. Bu tür çalışmalar yalnız toplumun hafızasını canlı tutmak için değil, aynı zamanda topluma sayılardan adlara dönüşen bu ömürlerin neden sahiplenilmesi gerektiğini hatırlatması için de önemliydi. 

Sanal müzecilik doğalında uzun bir süredir üzerine düşündüğüm, ürettiğim, baktığım bir alan haline gelirken, ülkenin de gündemine yavaş yavaş girmeye başladı. 10 Haziran’da Hafıza Merkezi’nin Kütüphane bölümü, 29 Eylül’de de Sanal Müze bölümü açıldı. Bu iki tarihin arasında aynı zamanda bizim gibi sanal müze fikriyle başlayarak Tophane Tütün Deposu’nda fiziki müze olarak toplumla buluşan Bellek Müzesi de açılışını yaptı. 12 Eylül 1980 Faşist darbesiyle ilgili Türkiye’nin ilk dijital müzesi ve insan hakları arşivi olma özelliğine sahip bu müze Tophane’de 12 Eylül’den 11 Kasım’a kadar ziyarete açıktı. Hafıza Merkezi gibi Bellek Müzesi de büyük bir sorumluluk ve iddia ile ortaya çıkmış bir fikirdi. Hafıza Merkezi’nin tüm sorumluluğu Konfederasyon alırken Bellek Müzesi Avrupa Birliği’nden fonlanarak hazırlanmıştı. Hafıza Merkezi’nin künyesinde proje ekibinin sadece isimlerini ve yaptıkları işler okunuyorken Bellek Müzesi’nde ekibin fotoğrafları ve kısa özgeçmişleri görülüyor. Hafıza Merkezi’nin üretenin arka planda kalmış görüntüsü Bellek Müzesi’nde öne çıkıyor. 

Bellek Müzesi toplamda dört ana bölümden oluyor; Müze, İşkence Haritası, Koleksiyon, Demokrasiyi Savunmak. İşkence Haritası, 12 Eylül döneminde gözaltına alınan 650 bin kişi içerisinden 8.757 ismin, 478 mekânın, 45 işkence türünün ve bu işkencelerden sorumlu tutulan 500’den fazla ismin birincil kaynaklar yoluyla teyit edildiği Türkiye’nin ilk işkence haritası olması özelliğinde. Çıkan haritada yer işaretlerinin üzerine tıkladığınızda işkence mekanının tüm özellikleri karşınıza çıkıyor. Tüm ülkede 12 Eylül döneminde işkence için kullanılan mekanları ve işkenceye maruz kalanların sayılarını okuyorsunuz. Koleksiyon bölümünde dava dosyaları, sözlü tarih, bellek nesneleri ve katalog bölümleriyle karşılaşıyorsunuz. 12 Eylül döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde görülen Devrimci Yol, Türkiye Halkın Kurtuluş Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Devrimci Komünist Partisi, Türkiye Halkın Kurtuluş Partisi, Türkiye Kürdistanı Sosyalist, Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği, Türkiye Komünist Partisi Marksist, Rızgari ve Ala Rızgari örgüt davalarının dosyalarına, bu dosyalara bağlı işkence gören ve öldürülen devrimcilerin hayatlarına, onlara ait nesnelere ulaşıyorsunuz. Demokrasiyi Savunmak bölümü ise bu çalışmanın farklı disiplinlerde yapılan ya da yapılmakta olan atölyelerine ayrılmış bir bölüm olarak yer alıyor. 

Müze kısmı ise işin tüm estetik kısmının bir yansıması olarak var oluyor. Tütün Deposu’ndaki fiziki müze, web sitesinde 3D fotoğraflama yöntemiyle üretilmiş bir müze olarak da gezilebiliyor. Eğer fiziki olarak gitme şansınız olmadıysa web sitesinden Tütün Deposu sanal olarak ziyaret edilebiliyor. Merdivenlerden çıktığınızda sizi büyük bir ekran karşılıyor. 27 Mayıs 1960 darbesinden 12 Eylül 1980 darbesine kadar bir tarihi kapsayan bir çizelge beliriyor ekranda. Yukarıda saydığımız örgütlerin kuruluşları, önemli tarihsel olaylar, darbeler, eylemler vb. bir dönemin kronolojisine ışık tutuyor. Öğrenci hareketleri, kadınların mücadelesi, sendikal hareketler gibi bir çeşitliliğe yer verildiğini görüyorsunuz. Bu çalışmanın en büyük eksiğini de burada fark ediyorsunuz. THKO kuruluşu ve Deniz Gezmişlerin idamının dışında Denizlerin mücadelesine ve onu devam ettirenlere dair bir ayrıntı bir isim olarak bile yer almıyor. “Bellek” adı sadece belirli birkaç politik hattın belleği haline geliyor. Kapsayıcı olan toplumsal bellek yarım, eksik, tamamlanmamış duruyor. Ziyaretçi irili ufaklı birçok politik harekete yer verilen müzede, yetmişli yıllara damgasını vuran bir harekete neden yer vermediğini merak ediyor. 

Müzede büyük ekranı geçtiğinizde sağ tarafınızda bir oda sizi karşılıyor. İşkencelerin ara durakları olan hücrelere sokuyor oda sizi. Ama hayali hücrelere. Yere doğru baktığınızda beyaz tebeşirle çizilmiş hücreleri görüyorsunuz. Bire bir, bir buçuğa bir metre boyutlarındaki hücreler ve ait oldukları hapishanelerin isimlerini görüyorsunuz. Duvarlarda da o hücrelerin orijinal kapılarının fotoğrafları yine gerçek boyutlarında… İlerlediğinizde yukarıda bahsettiğimiz işkence haritası ekranı duruyor. Dokunmatik ekrandan seçim yapabiliyor, işkence mekanlarını inceleyebiliyorsunuz. Biraz ileride sizi işkenceleri konu alan dönemin Nokta gibi isim yapmış dergileri karşılıyor. Darbe döneminin konularından tek tip elbise örneği, notlar, hapishane fotoğrafları gibi nesneler yan yana dizilmiş duruyor. Siz yürürken yanınızda duran beyaz duvarda işkenceye maruz kalanların sözleri size eşlik ediyor. “Babam 59 yaşında öldü, ona işkence yapanlar hala yaşıyorlar.” “Hayatta kalmış olmanın bir suçluluk duygusu var.” “O makasın sıcaklığı hala yanağımda.” “Özlemle türkü söyleyerek baş ettim.”

İlerliyorsunuz. Müzenin belki de en etkileyici bölümüyle karşılaşıyorsunuz. Bir ekranda birkaç kişi bir şeyler anlatıyor, video dönüyor. Yan duvarlarda telefonlar asılı. Hepsi dönem telefonları, çevirmeli, tuşlu, eski tip. Her bir telefonun arkasında bir isim yazılı. Ahizeyi kaldırıyorsunuz ve o isim size işkencede yaşadıklarını anlatıyor. Müzenin her bir köşesinde videolar dönüyor. Hepsi tanık anlatımları. 

Üst katta daha çok işkenceye maruz kalmış tanıkların üretimlerini görüyorsunuz. El yapımı bir pankart, çizimler, Tan Oral’ın karikatürleri, gurbette olan sürgünlerin anlatımları… Birçok farklı sergileme yönteminin kullanıldığı etkileyici bir müze ortamı sunuluyor. “Bellek”teki eksikliklerinin ve fonlanmış bir proje olmasının yanında bir dönemin toplumsal hafızasının biçimsel olarak nasıl sunulacağına dair başarılı bir müze örneği olarak Bellek Müzesi sanal müzeler arasında yerini aldı. 

Toplumsal bellek nedir, nasıl korunur, nasıl bir mücadele aracı olarak kullanılabilir, ayrı tartışmaların konusu. Ama bu iki sanal müze örneği bize yeni bir müze biçiminin olanaklarını hatırlatıyor. Bu müzeleri gezince hepsini kapsayacak daha büyük bir müzenin hayalini kurmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Belki de bu üretilenleri de tek tek dolaşabildiğiniz, Türkiye devrim tarihini bütünüyle sunabilen bir müze hayal ediyorsunuz. Her dönemin aydınları toplumsal belleği diri tutmanın yollarını aradı. Bu dönemin aydınları için belki de devrim tarihinin sanal müzesi bir biçim olarak kullanılabilir. Kim bilir…

 

Önsöz Dergisi 52.Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir