Likya Öyküsü; Ksandara’nın Hasreti

Apollonaia’nın ışığı aydınlatmaya başladığında dağların tepelerinden ovalarını, Girit’ten gelme Sarpedon’un Likya’sını, Kekova’nın taş uygarlığı çoktan uyanmış ve balıkçıların ağları balıklarla dolmuştu.

Taş bacalardan dumanlar göveriyor ve hayat hızla günün içinden akıp gidiyor, Yorgi Efendi itinayla salını hazırlıyordu. Myra’dan alacaklarını almış ve özenle salının üzerine yerleştirdikten sonra küreklerini inci gibi parıldayan sulara daldırıp çıkarmaya başlamasıyla denizin içinde ilerlemesi bir oldu. Arkasında meraklı balıkçı bakışlarını bırakarak uzaklaştı.

Birkaç saat sonra Korsanlar Mağarasına gelmiş ve güneşten kurtulup biraz serinleyip dinlenmek için mağaranın içine girmiş ve salını kayalara yaklaştırarak biraz bir şeyler atıştırmış ve dinlenmek için salının üzerine uzanmıştı.

Kürek çekmeye hazır olduğunu hissedince yerinden kalkmış ve tekrar küreklere sarılmış, bir çırpıda mağarayı terk etmiş, Kekova’ya doğru suları büyük bir özlemle yarmaya başlamıştı. Eşi Ksandara Hanımı ve çocukları Niko, Heleni’yi görmeyeli aşağı yukarı üç ay olmuştu, eşi ve çocuklarına büyük bir özlem duyuyordu.

Yorgi efendi tüccardı, Kekova’da hazırladığı çeşitli kuru etleri ve yemişleri Myra’ya getirip satar ve karşılığında ihtiyaçları olan şeyleri alıp Kekova’ya geri dönerdi.

Yorgi efendi yaklaşık iki günlük yolculuktan sonra Kekova’ya vardı.

Kilisenin hemen aşağı tarafındaki evine yanaştı. Önce salını sağlam bir taşa bağladı ve yüklerini indirmeye başladı. Kendisine doğru büyük bir sevinçle koşan eşi Ksandara Hanım ve çocuklarını görünce onlara doğru kollarını açıp hasretle hepsine sarıldı. Onları tek tek öptü ve yüklerini eve taşımaya başladılar. Eşinin yardımıyla kısa sürede taşımayı bitirmişlerdi.

Taşıma işinden ve özlem gidermeden sonra herkes paketlerin ne zaman açılacağını büyük bir merak ve sabırsızlıkla bekliyordu, derken Yorgi Efendi,

-Ksandara Hanım, hadi bu paketleri açalım ve yerleştirelim, çocuklar da meraklanmaya başladılar, onlar için de bir şeyler var, deyip paketleri açmaya başladılar.

Yorgi efendi ilk önce eşi Ksandara hanımın hediyesini vermekle başladı, Ksandara hanımı öperek ona aldığı ceylan derisi xaruşelerini verdi. Ksandara hanım xaruşeleri çok beğendi, çünkü Kekova’da onlara çok ihtiyaç duyuluyordu, taşlık ve makilerle kaplı olan bu bölgede ceylan derisinden yapılmış bu xaruşeler keçi derisinden yapılanlardan çok daha dayanıklıydı. Artık Ksandara Hanım keçilerini çok daha rahat dağ taş otlatabilecekti. Kocası Yorgi efendiye teşekkür etti. (Eftohariya) 

Çocukları Nikos ve Heleni’ye de Myra’dan çok saygı gören Aziz Nikolas tarafından çocuklara her yıl Noel’de dağıtılan başlıklardan almıştı. Niko ve Heleni ilk başta ne olduklarını anlayamamışlardı. Yorgi efendi durumu anladı, “Bir tanelerim, bunlar büyük Aziz Nikolas tarafından bütün çocuklara dağıtılıyor, bunları büyük günde başlarınıza takacaksınız. İşte böyle…” deyip başlarına takmış ve çocukların mutluluğu yüzlerine vurmuştu. Anne Ksandara Hanım da Aziz Nikolas’ın adını her duyuşunda saygıyla istavroz çıkartıyordu. 

Ertesi gün Yorgi Efendi, eşi Ksandara Hanımla yaklaşık yetmiş tane olan keçilerini otlatmak için onları Kekova’nın dağlarına doğru sürdüler. Bol çalılıklı yere vardıklarında büyük bir kayanın üzerine eşiyle birlikte oturup yine kayalardan yapılma evlerine bakmaya başlamışlardı. Kayalar oyularak ve taşlar örülerek oluşturulan Taşkent bütün heybetiyle karşılarında duruyordu. Biraz uzağındaki denizin suları yine taşlara vurarak ak köpüklerini kıyılara bırakıyordu. Ksandara Hanım dedesinden dinlemiş olduğu eski zaman hikâyeleri aklına gelmişti ve Yorgi efendiye dönerek,

– Biliyor musun Yorgi Efendi, dedemin anlattıklarına göre, dedemin büyük dedesi buradan çok uzak bir yerden ve her tarafı deniz olan bir yerden gelmiş. Haftalarca kürek çekerek geldiklerini anlatırlardı.

– Evet, biliyorum, o çok uzak diye bildiğin yer bizim atalarımızın ocağı Minos babamızın doğup büyüdüğü ve büyüttüğü yer olan Girit’tir. Kekova’da yaptığımız bu evlerin çok daha büyüklerini Girit’te yapmışlardı ve bu gördüğün arkları, su kanallarını hepsi orada yapılmış ve babalarımız dedelerimizden öğrendikleriyle işte bu güzel ve kusursuz Kekova’yı yapmışlar.

– Yorgi efendi, biz tekrar Girit’te gidebilir miyiz?

– Evet, gidebiliriz çiçeklerin en renklisi ve en güzel kokulusu Ksandara, yalnızca şimdikinden daha büyük bir sala ihtiyacımız olacak. Bizimkisi sadece buradan Myra’ya gidip gelecek kadar büyüklükte, ancak Emmanuilidis’lerinki kadar büyük bir salımız olsaydı hemen giderdik, uranosun en güzel mavisi ve yeryüzünün en güzel yeşili gözlüm, yine de sen merak etme, en kısa sürede yeni bir sal yapacağım ve hep birlikte mavi suları yara yara Girit’e gideceğiz.

Ksndara Hanımın yeşil gözleri daha da yeşillendi ve eşi Yorgi’yi masmavi uranosun altında doya doya öptü.

Yorgi efendi biraz uzaklara dalıp gitmişti ve sonra eşine dönerek,

– Gerçekten gitmek istiyor musun?
– Evet, Yorgi Efendi, dedemin anlattıkları bir an bile aklımdan çıkmıyor, beni çeken bir şey var orada, ölmeden gidip görmek isterim o kutsal toprakları.

Ksndara’ya büyük hayranlıkla bağlı olan ve dünyada her şeyden üstün saydığı güneşin damlası aşkı için yapamayacağı bir şeyin olmasının mümkünü olamazdı.

– Güneşim, suyum, toprağım sen benim her şeyimsin Girit’te mutlaka gideceğiz, yarından itibaren büyük sal yapımına başlayacağım sen üzülme Ksandara yoksa güneş solacak hayat tükenecek, deyip Ksandara’yı öptü ve keçilere bakmak için yerinden kalktı.

Kekova’da hayat bütün hızıyla akıp gidiyordu, günler, haftalar, aylar ardı sıra geçip gidiyorlardı fark etmeden ve insanlar avlularında akşam güneşinin batışını seyrederken hep Ksandara Hanım ve Yorgi Efendinin Girit yolculuklarını konuşuyorlardı. Giderken en kısa zamanda tekrar döneceklerini söylemişlerdi ve keçilerini Hristo efendiye teslim etmişlerdi. Aradan çok zaman geçti ve geri gelen olmadı.

Kekovalı bütün balıkçılar ilk zamanlarda gidebildikleri kadar uzağa giderek onlardan bir iz aramış ama maalesef hiçbir şey bulamamışlardı.

Ksandara Hanımın Girit tutkusu Yorgi Efendiyi ve çocuklarını yedi diye düşünüyordu komşuları.

Uzun yıllar sonra bir yabancı büyük bir tekneyle geldi Kekova’ya, teknesinden indi ve Kilisenin sağ tarafındaki evin boş ve virane olduğunu gördü. Oradaki insanları selamladı, (kalimeras) Ksandara ve Yorgi’nin oğlu Niko olduğunu söyledi. Komşuları bu habere çok sevindiler. Komşulardan bir kadın, 

– Oğlum Nikos, annen ve baban nasıllar?

– İyiler efendim, onların da sizlere, hepinize çok selam ve saygılarını gönderdiler. Girit’te bir çiftliğimiz var, orada uğraşıp dururlar.

Bu arada Hristo Efendi de Niko’nun geldiğini duyup hemen koşarak yanına gelmiş.

– Nikos hoş geldin, ne kadar da büyüdün, annen, baban ve kız kardeşin nasıllar, iyiler umarım?- Teşekkür ederim (eftohariya) hepsi de iyiler, selam ve saygılarını gönderdiler.

Hristo efendi sözü fazla uzatmadan,

– Nikocuğum biliyorsun, siz giderken keçilerinizi bana emanet etmiştiniz, keçilerinizin hepsi iyi durumda ve sayıları da iki yüz elli beş oldu. Neyse, yol yorgunusundur Niko. Hayde eve gidelim, biraz dinlen sonra konuşuruz.

Niko Hristo’ların evinde yemek yiyip dinlendikten sonra etrafı dolaşmaya çıktı ve birkaç gün kaldıktan sonra bir sabah erken kalkıp kendi evlerine gitti ve Myra’dan babasının getirmiş olduğu Noel Baba külahlarını alıp teknesini gözden geçirdikten sonra Kekovalılarla vedalaştı. İstedikleri zaman Girit’te gelebileceklerini söylemişti.

Hristo efendi telaşlı bir sesle,

– Evladım Niko, bu keçiler ne olacak? Eğer bir daha gelmeyecekseniz keçilerin karşılığında size mal vereyim.

Niko gülümsedi,

– Hristo Efendi, o keçiler artık senin. Karşılığında bir şey vermen gerekmez, annem ve babam böyle söyledi, evimizi de ihtiyacı olan biri kullanabilir.

Kekovalı komşularına el salladı ve kürekçiler küreklere sarıldılar ve tekne Kekova’nın sularını yarmaya başladı, Kekovalılar gözden uzaklaşıp gidene kadar arkalarından baktılar.    

 

Önsöz Dergisi
49. Sayı

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir