Önsöz ile Büyümek

Yalnızca birkaç ay öncesinde çok uzun ve yorucu bir maratondan çıkmıştım. Ne ara sınavı kazandım, ne ara tercih yaptım, ne ara bavulumu topladım ve Ankara’ya taşındım, hiç belli değildi. Her şey çok kısa süre içinde olup bitivermişti. Üniversitede bir yurda yerleşir yerleşmez sağı solu keşfetmeye başlamıştım. Okulun daha ilk zamanlarında, on sekiz yaşında çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisinin heyecanıyla, aynı okulda okuduğumuz kuzenimle İstanbul’a gezmeye gitme kararı almıştık. İstanbul’a ilk gelişim değildi ama ilk gelişimi hatırlamayacak kadar da üzerinden zaman geçmişti.

Yıllar öncesinde ilk İstanbul’a gelişimde tanıştığım Önsöz’ün yazarlarından Demet bizi birkaç gün misafir etmişti. Tesadüfen aynı zamanda evde başka misafirleri de vardı. Uzun zamandır çizimle ilgilendiğim yakın çevremizde bilinen bir gerçekti. Misafirlerinden biri orada geçirdiğimiz günlerden birinde bana “Elimizde Önsöz’de yayınlanacak çocuk masalları var, resimleyebilir misin?” diye sordu. İstanbul’un büyüsünden mi, yoksa en iyi bildiğim işlerden birini teklif ettiği için mi bilmem, hemen “olur” deyivermiştim.

Yayınlanan altı masalın ilk beşine acemi de olsa bir şeyler çizdim iki sene boyunca. Ufak ufak işlerdi ama kendimce özene bezene yapıyordum. En son çizimi yaptığım sayıdan sonra yaşadığım bir sene belki de birçoğumuzun hayatındaki en önemli senelerden biriydi. Günümüze kıyasla olmasa da o zaman da ülkenin ve dünyanın politik ortamının yoğun olduğu bir dönemdi. Ankara’da öğrenciler sürekli sokaktaydı. Son olarak Göktürk – 2 uydusunun törenine dönemin başbakanı RTE gelince, ODTÜ’de başlayan çatışmalar Ankara geneline ve Türkiye’deki diğer üniversitelere sıçramıştı. ODTÜ’de o gün gece geç saate kadar çatışmalar sürmüştü, okulun her yerinden çuval çuval boş gaz kapsülü toplamıştık. Haberi alan ve eyleme çıkan insanları Kızılay Meydanında gördüğümüzde üzerinde çok durmadık hiçbirimiz. 1 Mayıs’ta Taksim’i gaza boğduklarında da şaşırmadık. Reyhanlı’da patlama olunca da… 31 Mayıs gününe kadar yaşadıklarımıza o kadar da şaşırmıyorduk, ama hepsinin de bir parçasıydık. Hepimizin bir parçası da bu yaşananlardaydı. Bu kadar yoğun bir atmosferde, masallar da bittiğinden, Önsöz’e vakit ayırmamıştım ama yine de bizim bir haziranımız dünyaya ve bana bir yıldan daha fazla yetecekti.

Ne okuldaki çatışmalarda ne 1 Mayıs’ta ne Reyhanlı olunca çizmek gelmedi aklıma. Gezi sonrasında ise tek düşündüğüm buydu. Bugünler kalmalı, bugünler insanlarda kalmalı, bugünler bende kalmalı, hiç unutulmamalı… Ve çizmeye başladım. Gündüz okula gidiyor, gece çiziyordum. Bu çizimler başladıktan sonra Önsöz’de bir yer edindi. Çizdikçe yayınlandı bölümler halinde. Sonra günü geldiğinde bitti ve kitaplaştı. Son sayfaları çizerken Suruç’ta, kitap hazırlanırken Ankara’da bombalar patlıyordu. Yarın bir bombanın yanında ölüp ölmeyeceğimiz meçhulken kısa kısa hikayelerle devam ettim Önsöz’e çizmeye. Belki de bu belirsizlik, kaygı ve endişeyle bir süre “devamı gelecek” türden hikayeler anlatmak istemedim. Üç farklı hikaye çıktı böylece ortaya. Hiçbirinde de “söz” yoktu; o dönem belki de söze çok ihtiyaç olmayan bir dönemdi. Başımızdan geçenleri kaldıramayanları Nehir’de andık, ‘sınır’da yaşamları Uçurum’da, ‘başkası yerine kendini seçenleri’ İncir’de.

Her dönem gibi o dönem de geçti ve tekrardan “uzun soluklu” işlere devam etmenin daha doğru olacağını düşündüm. Önceleri dost sohbetlerinde geçen bir konu, bir şekilde tanık olduğum ve çok da yabancı olmadığım bir konu seçtim kendime. Hem beni motive edecek hem hazırlarken daha fazlasını öğrenecektim; bir yandan kaybettiğimiz insanlarımızı anacak, bir yandan da duvarların arasında bıraktığımız dostlarımızı herkese hatırlatacaktım.

Böylece Daima’ya başladım. Katliamın tanıklarıyla konuştum, o dönemi yaşayanların yazdıklarını okudum. Belgeseller, haberler, gazete manşetleri, mektuplar, öyküler, şiirler… Ne bulduysam bir kenara koydum. Tekrar tekrar yaşadım her seferinde o günleri ve okuyanlara yaşatmaya çalıştım. Sanırım bu işlerde en zoru da bu “yaşatmak” meselesi oldu. Birçok duygunun yittiği, insanların yolunu şaşırdığı, neyin uğruna savaşmaya değer olup olmadığını sorguladığı bir dönemde ‘kendi yerine başkasını seçenlerin’ başından geçen bir katliamı okuyan herkese yaşatmaya çalıştım.

Daima’yı çizdiğim sıralarda okuldan mezun oldum. Her mezuniyet gibi bu mezuniyet de bir karar aşamasından geçecekti. Tıpkı seneler önce liseden mezun olup Ankara’ya taşınmam gibi… O zaman seçimi ‘kendim’den yana yapmıştım, bu sefer ise ‘kendim’ yerine ‘başkası’nı seçtim. Devletin kasvetli başkentinden, dünyanın en karmaşık, yoğun, hareketli başkentlerinden birine, İstanbul’a taşındım. Önsöz’le tanıştığım günlerden çok farklıydı bu sefer. Bir sürü gözyaşı, endişe ve korku vardı çantamda. Birçok dünyanın aynı anda yaşadığı İstanbul, ‘kavganın başkenti’ ünvanını boşa almamıştı. Bunu kavgaların ortasına düştüğümde daha iyi anlamıştım.

Ankara’dan sonra İstanbul’a alışma süresi sandığımdan daha kısa oldu. Çantamda getirdiğim çizimlerin de bu sürecin kısalmasında katkısı çok… Ankara’da bir gece başladığım Daima, İstanbul’da bir 25 Kasım eylemi sonrasında bitmişti. Ayaklanmanın Gezi Hali gibi Daima da benim için büyük değişimlerin tanığı olan bir kitap olarak rafa kalktı. Baskıya gitmeden saatler öncesinde bitirdiğim, kimi yerinde aceleyle çizdiğim, mürekkebi boca ettiğim sayfalara uykusuz gecelerin kokusu sinen kitaplardı bunlar. Ayaklanmanın Gezi Hali’nde olduğu gibi Daima’nın da her sayfasında Önsöz vardı. Aylar süren hazırlıklarıyla, baskısıyla, okuyucusuyla, dağıtanıyla baştan başa Önsöz’ün eserlerinden biri olarak yerini aldı.

Önsöz’ün sayfalarında okurken fark edilmeyecek kadar küçük ayrıntılar belki bunlar. Sonlara doğru karşınıza çıkacak çizgi dolu bu sayfalarda ne beni göreceksiniz ne mürekkebi hissedeceksiniz ne kahve kokusu duyacaksınız ne de uykusuz gecelerin farkında olacaksınız. Ama her sayısında karşınıza çıkacak bu sayfalara göz atarken bunların hepsi sizinle birlikte olacak. Siz fark etmeden benim büyüme hikayeme tanıklık edeceksiniz. Sayfalarında bazılarının kendini bulma, bazılarının bu çürümüş düzende ayakta kalma, bazılarının hayata tutunma hikayelerini okuduğunuz kraft kapaklı bu derginin on beş yıllık hayatının neredeyse on yılına tanık olan birinin büyüme hikayesi bu…

Önsöz Dergisi

45. Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir