Sanatın Fethine Çıkmak

“Tarihte ilk kez sanatın iktidarı sanatçıların elindedir. Ne var ki onlar bu iktidar sayesinde devraldıkları mirası parçalamak üzere örgütlenmişlerdir.”

Ekim Devrimi ile iktidara gelen Sovyetler, Paris Komününün 72 günlük iktidar deneyimini saymazsak, tarihin ilk işçi devletini kurdular. Komünden bir gün daha fazla yaşadığını gördüğünde karlar üzerinde sevinçten dans eden Lenin’in ve tabii Parti’nin ve Sovyetlerin başarısı 73 gün ile sınırlı kalmayacaktı. Çağın tavan arası odalardan, sürgün kütüphanelerinden alıp dünya tarihinin girdabına, hem de tam ortasına oturttuğu adam Lenin, tarihin tüm seyrini değiştirecekti. Sadece işçiler için değil, ezilen tüm uluslar, kadınlar, gençler gibi sanatçılar ve sanat tarihi için de bir kırılmanın öncülüğünü yapacaktı. 

Herkesin bildiği gibi Lenin’in kültür ve sanat alanında yazıp çizdikleri, tıpkı öncüleri Marx ve Engels’te olduğu gibi siyasal ve politik alanda yazdıklarının yanında sınırlı bir yer tutar. Lenin külliyatı çoğunlukla felsefi, siyasal ve politik konulardan oluşur. Ve bütün eksen proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenebilmesi ve geleceğini kazanması üzerinedir. Tarihin bu aşamasında değiştirme ve dönüştürme gücü ve görevi olan tek sınıf olarak koyduğu proletarya için atar kalbi. Ama bu tıpkı Marx ve Engels’te olduğu gibi Lenin’de de kültür ve sanat alanında bir derinlik oluşmasına engel olmamıştır. Hatta çağdaşları birçok sanatçıya ilham veren estetik görüşlerinin olduğunu görürsünüz. Örneğin Marx’ın Kapital’i ekonomide çığır açan bir kitap olmasının yanında estetik kategorileri içeren, sanatsal birçok cevher barındıran bir kitaptı. Hatta yakın zamanda bu kitabı sadece sanatsal anlamda ele alan çalışmalar bile çıktı. 

Lenin’de de durum benzerdi. Lenin’in dünyaya bakışını nasıl ki ‘sınıf’ olgusu şekillendirmişse, Lenin tarihi ve politikayı nasıl ‘sınıf’ süzgecinden geçirmişse o, kültür-sanat ve estetik konularını da benzer şekilde sınıftan okumayı bilmişti. Hatta Lenin’in bu bakışı proletarya sanatının şekillenmesine belki de birçok sanatçının ya da estetikçinin çabalarından daha çok katkı sağlamıştı. Lenin’in sınıf perspektifinde süzdüğü sanat anlayışı, proletaryanın yanında olan sanatçılara tarihte ilk kez sanatın yönetimi tamamen teslim etmesine neden olacaktı. 

Lenin’in yıkmak üzere yola çıktığı Çarlık Rusya aslında çok köklü bir mirasa sahiptir. Çarlığın sonunu getirecek proletaryanın doğduğu ve devrimcileştiği kent St. Petersburg 1703 yılında “Büyük Petro” olarak bilinen Çar I. Petro tarafından Çarlığının Avrupaya açılan kapısı olması amacıyla kurulmuştu. Çarlığa 200 yıl başkentlik yapacak bu işçi kenti aynı zamanda Çarlığın kültürel mirasının merkezi olacaktı.

Çar Petro’nun Avrupa seyahatlerinden görüp etkilendiği bazı koleksiyonları Çarlığa getirtmesiyle başlayan koleksiyon merakı, imparatorluk müzelerine giden yolu açacaktı. On binlerce tablodan, heykelden, kitaptan, hatta egzotik hayvanlardan oluşan ‘canlı’lardan oluşan koleksiyonlar ilk önce Kunstkamara, daha sonra Ermitaj İmparatorluk müzelerinin kurulmasına giden yolu açar. Toplanması yaklaşık yüz yıl kadar sürecek bu koleksiyonların olduğu imparatorluk müzeleri St.Petersburg’ta 1852’de halka açılacaktı. Artık müze imparatorluğun hazinesi değil, bütün insanlığın evrensel kültür hazinesi olacaktı. Müzenin halka açılmasını 1861’de Rusya’da serfliğin kaldırılması, endüstrileşme, kapitalizmin gelişmesi, aristokrasinin burjuvalaşması gibi toplumsal dönüşümler izler. Çernişevski’nin “Nasıl Yapmalı” kitabı tam da bu süreçte yazılır. Aydınlanma çağının izleri, bir toplumun özgürleşme hayallerini kurmaya başladığı köklü değişimleri Lenin’in başucu kitabı olan bu kitaba da yansır. 

Çernisevski’nin Nasıl Yapmalı’sı 1863’te basıldığında Çarlık Rusya’da imparatorluğun klasik dönem sanat anlayışına akademilerden itirazlar da yükseliyordu. Aynı sene, imparatorluk himayesinde olan akademinin dayattığı estetiğe karşı çıkan on dört genç mezun sanatçı, akademileriyle ilişkilerini kesip kendi “akademi”lerini kurarlar: Petersburg Serbest Sanatçılar Arteli. Daha sonraları bu akım Geziciler ya da Gezginler adıyla anılacaktır, çünkü bu sanatçılar Rusya’yı gezerek kendi sergilerini açacaklardır. Ve bu sergileri siyasal protesto sergileri gibi düzenlerler. Bu sanatçıların eserleri bir tür yoksul halk realizmidir. Sıradan yoksul insanları gündelik hayatları içinde resmeder ve kahramanı olan halkı yüceltir. Sosyal realistlerin gözünde “Güzellik hayattır, gerçeklik sanattan yüz kere daha güzeldir.” ve “Gerçek hayatı parazitlerden devrim temizleyecektir.” Rusya’nın resmi imparatorluk sanatını yıkarak sanatta özerkliği getiren bu hareket “On Dörtler Devrimi”dir. Bu devrim Çarlık Rusya’da sanatçı kolonilerini, kolektifleri ve cemiyetleri örgütler. Bu Artel’in, çarlığın diğer büyük kenti olan Moskova’daki ortağı Abramtsevo kolonisidir. Bu koloniler elli yıl kadar varlıklarını sürdürürler ve bu süre zarfında Rusya’da sanatçıların örgütlendiği zeminler olarak varlık sürdürürler. Temsil ettikleri realist akım Avangartçıların etkinlik kazanmasına kadar devam eder. 

1890’ların başında yine Petersburg’ta bir başka sanatçı örgütlenmesi ortaya çıkar: Sanat Dünyası. Bu koloni realist sanatçılara karşı örgütlenme olarak var olur. Realist sanatçılarla felsefi bir tartışmaya girerler. Sanatla siyaset yapmayı değil, ama sanatın siyasete dönüşmesini savunur.  Bütün sanatları birleştiren bir gesamtkunstwerk -bir topyekûn sanat eseri- hayal ederler. Geçerli olan anlamıyla sanatı ve bütün sanat kurumlarını reddederler. 1898 ile 1903 arasında bu koloninin Sanat Dünyası adında bir dergileri yayımlanır. Genellikle evlerde düzenlenen entelektüel salonlarda sanat ontolojisi, estetik tartışılır, tiyatro yapılır, şiir dinletileri düzenlenir, çağdaşların müzikleri dinlenir. Avangart sanat kolonileri bu derginin deneyimlerinden doğar. Devrim arifesinin Avangart sanatı da bu hücrelerde örgütlenir. Bu örgütlenmeler ve deneyimler sanatta Avrupa’nın etkisini kırar ve Rusya’ya özgü bir sanat anlayışının ve formlarının doğuşuna öncülük eder. Serpilip yayılan sanat kolonilerinin, Avrupa olanın tersine, sanatın ilerleyişinde Rusya topraklarında akımlardan daha etkin, daha belirleyici olduğunu görürüz. Sanatın örgütlendiği bu kolonileri kendi başlarına “akım” olarak tanımlamak zor olmakla birlikte bu koloniler tıpkı birer parti hücresi gibi devingen, değişen, değiştiren canlı yapılardır.

Fransızca askeri bir terim olan ‘avant-garde’ öncü birlik teriminden gelen Avangartlar, gerçekten hem Rusya’da hem dünya sanat tarihinde bir öncülük misyonu alırlar. Sanat tarihinde zaman zaman fütüristler olarak adlandırılsalar da Rus Avangartının Marinetti fütürizmi aranamaz. İtalyan faşizminin destekçisi Marinetti ve fütürizmiyle, Bolşevikler tarafından ayrılmayan Rus Avangardının arasında tarihte kapanmayacak bir uçurum vardır. Avangart sanatçılar sosyalizm fikriyle yan yana yürürler ve ilerleyen yıllarda da hem Marksizm ile bağını korurlar hem de Bolşeviklerle organik bağ içine girerler. Ancak Avangart sanatın öncüleri felsefi anlamda metafizik taraftan kopmazlar. Bu 1900lerin başından devrimin ilk yıllarına kadar Lenin ve Bolşeviklerle tartışmalara yol açar. Avangart sanat anlayışının başını çeken en önemli kadrolar Lunaçarski, Bogdanov ve Mayakovski’dir. Maksim Gorki de onlarla sıkı ilişki içindedir. 1900lerin başında Lunaçarski ve Bogdanov Sosyal demokratlar arasında Otzovist adlı bir parti grubu kurarlar. Lenin’in 1909 yılında yayınladığı “Materyalizm ve Ampiryokritisizm” adlı eseri tam da bu grubun yoğun çalıştığı dönemde Bogdanov’u idealizm felsefesini savunmakla itham ettiği bir tartışmadır. Avangart sanatın yürüttüğü felsefi tartışmaların idealizm cephesinden ayrılması tam anlamıyla mümkün olmaz. Onları ve sanatlarını devrimci kılan hayatı sanata ve sanatla dönüştürme çabaları olacaktı. Lenin ve Bolşevikler avangart sanatçılarla hem sürekli bir felsefi tartışma içindedirler hem de proletaryanın devrimci mücadelesinde birliktedirler. Bu organik ilişki Avangartçılar ile Bolşevikler ve dolayısıyla proletarya arasında kopmaz bir bağ yaratır. Devrim sırasında ve sonrasında Partiyle, Lenin’le ve sınıfla hep bir arada olacak olan Avangartçılar sanatın iktidarına bu bağ sayesinde gelirler. 

Gezginlerin yerine yükselen Avangart sanatın örgütlendiği ve örgütlediği iki cephe St. Petersburg ve Moskova’dır. Rus Avangartı Batı’daki çağdaşları gibi realizmden sembolizme geçişle başlar. Sembolizmi Rusya’da tanıtanlar Sanat Dünyası çevresidir. İlk sembolist, Rus Avangartın öncüsü Vrubel’dir. Vrubel St.Petersburg’un “çizgi okulu”na, Avangart bir koloni olan Mavi Gül’den Kandinski ise Moskova’nın “renk okulu”na bağlıdır. Bu iki kampın estetik çatışmaları uzun yıllar devam eder. Sembolistlerin etkisi ilerleyen zamanda sembolizmin bağrından çıkan ama sembolizmin iktidarını da eline alan kübizmin Avrupa’daki yükselişiyle kırılır. Rus Avangartının iki temel akımı olan süprematizmin (Maleviç) ve konstrüktivizmin (Tatlin) ortaya çıkmasında sembolistlerin etkisinden çok kübizmin etkisi vardır. Picasso’nun atölyelerini gören ve kübizminden etkilenen Maleviç ve Tatlin’in kurucu olduğu bu akımlar Avangartı proletarya diktatörlüğü ile birleştiren iki akım olarak tarihe geçer. Maleviç’in “saf pentür kültürükübizmle başlar. Tatlin’i etkileyen şey ise kübizmin geometrisinden ziyade kolajıdır. Pentürün güzellik doktorinini kolaj yoluyla yıkabilme fikri Tatlin’in sanat anlayışında bir devrim yaratır. Artık istediği her malzemeyele, borular, peçeteler, kumaşlar, mumlar, kartpostallar vb ile resim yapmak mümkündür. Konstrüktivist estetiğin temellini oluşturan “rölyef pentürleri” böyle başlar. 

Rus Avangartının süprematist dünyası metafizik ve konstrüktivist dünyası da maddecidir. Ama bu evrende dada ya da sürrealizmde olduğu gibi akıldışılığa, bilinçaltına, gerçeküstücülüğe, şansa, arzuya yer olması pek mümkün değildir. Metafizik yanının öncüsü Maleviç’in soyut resmin simgelerinden olan Siyah Kare’sinin bile altında toplumsal bir dönüşüm simgesi yatar. Avangart sanat kolonilerinden biri olan ve Maleviç’in de yer aldığı Eşek Kuyruğu’nun bir sergisinde gösterilen Güneşin Zaptı operası tarihteki ilk fütürist operadır. Maleviç’in “formun sıfır noktası dediği” Siyah kare, operada arka plan olarak tasarlanan üç perdeden biridir. Bu soyut Siyah-Beyaz kare, operada devrim yapan Siyah Kare’nin sahneye girişidir. 

Devrimden sonra süprematist ütopyada en ileri giden kişi El Lissitzki olur. “Bizim için süprematizm zaten tamamlanmış bir evrensel sistemin bir parçası olan mutlak bir formun tanınması demek değildir. Tam aksine, karşımızda ilk kez bütün saflığıyla, hiç yaşanmamış yeni bir dünyanın planı durmaktadır, amblemi durmaktadır. Kuruluşunun ilk aşamasında olan bu dünya bizim iç varlığımızdan fışkırmaktadır. Süprematizmin karesi bu nedenle bir fener sayılır.” İktidarı fetheden proletarya gibi Lissitzki de sanatın fethine çıktıklarını ilan eder. Bu fetih girişimlerinin en ünlüsü Lissitzki’nin pentürle mimarlık arası bir durak olarak tanımladığı PROUN’udur. Propaganda ve ajitasyon için tasarladığı kuleler ile yeni insan PROUN’u bunun en bilinen örneklerindendir. 

“Atölyelerimizde artık resim çizilmiyor, hayatın formaları inşa ediliyor.” Diyen Maleviç için süprematizm bir anlamıyla sanatın sonudur. “Yoldaşlar, ayağa kalkın, kendinizi nesnelerin tiranlığından kurtarın.” der Maleviç ve sanatın yerini hayat inşa etmek alacağını söyler. Sanatın üretildiği alanlar birer laboratuvardır artık. 

Her ne kadar birbirine zıt gitseler de, konstrüktivizmin kurucusu Tatlin de sanatı böyle algılayacaktır. Komünist Enternasyonal kulesi tasarımı ile tanınan Tatlin için de sanatın malzemeleri tuval ve boya değildir artık. Tatlin sanatı üretimden ayrı görmez. Sanat, proletarya için olduğu gibi, demir, çelik, camdır. Sanat eserleri birer makinedir. Maddenin formasyonu üzerine çalışır ve üretir. Maleviç’in kozmik armoni arayışı, Tatlin’de mekanik bir armoni arayışıdır. Birinin ideal formaları idedir, diğerininki ise üretim araçları. 

Devrimin hemen ertesinde Sovyet yönetimi saray, kilise koleksiyonları ile özel koleksiyonları kademeli olarak kamulaştırır. Tüm mirasın korunması, araştırılması ve envanterinin çıkarılmasına girişilir. Asıl önemli iş artık halkın olan bu mirasın halka açılmasıdır. Bu girişim tarihte eşi benzeri görülmemiş bir müzeleşme atılımı başlatır. Yeni yasalar çıkarılır, komite, komisyon ve özel idareler kurulur, uygulamalar düzenlenir. Devrimin ilk yıllarındaki kaos, iç savaş, yokluk ve kıtlığın yanında mirasın ayaklanan kitlelerin şiddetinden korunması ön plandadır. Bu sayede Sovyetlerde Fransız Devriminde olduğu gibi bir yağma ve tahribata rastlanmaz. 

Çarlık dönemi koleksiyonlarının derlenmesi ve sergilenmesi çalışmaları devrimden sonra kurulan Halk Eğitim Komiserliği tarafından yürütülür. Diğer bir adı Narkompros olan bu komiserliğin başına Lunaçarski getirilir. Narkombros bünyesinde koruma ve müzecililk ile ilgili ayrı bir birim kurulur. 1918-1920 yılları arasında Müze Dairesi 550 eski malikane 1000 kadar özel sanat ve hazine koleksiyonuna sahiptir. Bu dairenin başında ressam ve sanat tarihçisi İgor Grabar vardır. Grabar 1934 yılına kadar Devlet Sanat Restorasyonu Atölyelerini yönetir. Devrimi izleyen dönemde “milli miras” bilincinin yerleşmesinde ve milli mirasın örgütlenerek müzeleştirilesinde en yetkili otorite Grabar’dır. “Lunaçarski bana ve benim seçtiğim sanat işçilerine tam bir özgürlük tanıdı.” Bu sözler hem Lunaçarski’nin hem devrimci iktidarın sanatçılara duyduğu güvenin bir yansımasıydı.

Yine aynı yıllarda devrim öncesi aristokrasiye ait, içinde 14. Yüzyıldan bu yana toplanan koleksiyonların olduğu malikaneler kamulaştırıldı ve bunlar birer “proleter müzesi”ne çevrilerek halka açılır.  

Lunaçarski ve komünistler devrimle kurdukları organik bağa güvenerek sanatın yönetimini Avangart sanatçılara teslim ederler. Narkompros’a bağlı Güzel Sanatlar Departmanı İZO’nun Moskova Konseyinin (kollegiya) başına konstrüktivizmin babası Tatlin geçirilir. Aynı zamanda Moskova Sovyet’i Sanat ve Eğitim Dairesini Yönetiyordu Maleviç’in en yetkin üyesi olduğu Petrograd Konseyinin başında Natan Altman vardır. Kollegiya adı verilen bu sanat birimleri neredeyse tamamıyla Avangart sanatçılardan oluşur. Müzeler ve Satın Alma Bürosunun başına Rodçenko getirilir. Yardımcıları Stepanova ve Kandinsky’dir. Kapatılan Çarlık Sanat Akademileri yerine Maleviç’in yönetimindeki Petrograd ve Tatlin’in yönetimindeki Moskova Sanatsal Kültür Enstitüleri açılır. Avangart mimarlığın başını çeken Vladimir Krinski ve Nikolay Ladovski Moskova Sanatsal Kültür Enstitüsü üyeleriydiler ve bu enstitüye bağlı Devlet Yüksek Sanat ve Teknik Atölyelerinde hocalık yaparlar. Narkompros’un Tiyatro bölününün başında Olga Kamaneva ile birlikte Meyerhold vardır. 

Bütün bu görevlendirmelerin yanında avangardın öncülük ettiği asıl devrim Narkompros’un ötesinde yaşanır. Devrimle birlikte, o zamana kadar biriken tüm avangart potansiyel açığa çıkar. Onlarca sanat birliği, sergi, girişim, cemiyet, resmi-gayri resmi birliktelikler kurulur art arda. Açılan akademilerin bile daha özgür küçük alt atölyeleri kurulur. Bu birliktelikler ve atölyelerde estetik kavramlar, sanatın hayatla ilişkisi, form tartışmaları sınırsızca tartışılır. Yeni bir çağın yeni sanatını ya da sanatsızlığını irdeler sanatçılar. Bunun vardığı en uç nokta, belki de bu tartışmaların en popüleri, Proleter Kültür Organizasyonu, yani Proletkült’tür. Bir deneysel girişim olarak başlayan hareketin tarihi avangart sanatın teorik tartışmalarının tarihi kadar eski olmasına rağmen, uygulama özgürlüğünü devrimle birlikte elde eder. Başını çeken isim, Materyalizm ve Ampiryokritism’in ithaf edildiği isim, Bogdanov’dur, aynı zamanda Lunaçarski ve Gorki de belli oranlarda bu hareketin içindedirler. 

Aynı zamanda bilim kurgu yazarı olan Bogdanov’un aklı hep bilim ve ütopya arasında gezinir. Sibernetik teoremin öncüsü olarak sayılan Bogdanovproleter eğitiminin tasarımını yapıyordu. İlgilendiği tüm alanlar onu geleceğin kentini tasavvur ve inşa etmesine yönlendiriyordu. Bogdanov işçilerin eğitiminin Partiden ve devletten bağımsız olması konusunda ısrar ediyor, geçmişin tüm mirasınıaristokrasinin mirası olarak- reddediyor, o mirasın yok edilip yerine proleter mirasın inşasını savunuyordu. Proletkült, eski tüm müze ve müzecilik anlayışlarından, sergileme yöntemlerine, üretim biçimlerine kadar sanata dair her şeyin ama her şeyin Maleviç’in siyah karesi misali sıfırdan başlatmak üzerine örgütleniyordu. Proletarya iktidarlığı öncesi tüm kültürel mirası yerle bir etmek için harekete geçmeyi öngörüyordu. Ama bu tartışmalara hem Lenin hem Partinin karşı çıkışı çok netti. Miras kültürel olduğu kadar tarihseldi de. Proletaryayı, köylülüğü, ezilen tüm halkları onların tarihsel mirasından koparıp almanın hiçbir yanı Marksizm ile örtüşmüyordu. Lenin özellikle felsefi ve politik tartışma yürüttüğü Bogdanov’un deyim yerindeyse bu konuda hiç rahat bırakmadı. En sonunda, Bogdanov Proletkült hareketinden çekilme kararı aldı. Proletkült bir daha çıkmayacak şekilde son bulmuş oldu. 

Proletkült hareketinin sonu aynı zamanda avangart hareketin de sonuna işaret ediyordu. Ama bu son ne sadece Lenin’le ne de sadece Partiyle alakalıydı. Avandart sanat devrimci yanını yitirmeye, avangart sanatın dili halkın dilinden uzaklaşmaya başlamıştı. 1927’de Narkombos’un başındaki Lunaçarski bu gerilemeyi söyle ifade ediyordu:

“Sanatçıların arasındaki gerçekçiler, devrimden hemen sonra devrimin kazanımlarına karşı kayıtsız, hatta düşmanca bir tutum almışlardı… Buna karşılık ‘solcu’ sanatçılar, sivri deneylerin, empresyonizm sonrası deneylerin temsilcisi sanatçılar, devrimi hararetle desteklemişlerdi. Daha sonra iki olgu ortaya çıktı. Birincisi, devrimin eğittiği geniş halk, sanattan, her şeyden önce dikkate değer, kapsayıcı ve aynı zamanda net bir biçimde ifade edilen bir toplumsal içerik talep ediyordu; oysa ‘solcu’ sanatçılar öncelikle formalistlerdi.  … Gerçeklerin dilinden uzaklaşmışlar ve kitleler bakımından anlaşılmaz olmuşlardı. İkinci oldu: Realist sanatçılar arasında, devrim yönünde … kapsamlı bir gruplaşmaya dönüşen bir değişim başlamıştı.”

Gerçekten de avangart sanatın ve sanatçıların 1900’lü yıllardan başlayan ve karşısına çıkan her formu ve estetik anlayışı değiştiren dönüştüren yanı en yüksek noktasına ulaşmış olmasına karşın, formal tartışmaları kendi sonunu getirmişti. Bunun yanında On Dörtler Arteli geleğeninin devamcıları olarak da görebileceğimiz sosyalist gerçekçiler, devrimin üzerinden geçen yıllarda örgütlenmelerine yeni başlamış, avangartçıların deneyimleri üzerinden yeni bir deneyime doğru yelken açmışlardı. Ancak toplumcu gerçekçilerin, avangartçılardaki gibi bir deneysel form laboratuvarları yoktu. Bu yüzden burjuva sanat tarihçilerin gözünde hep sığ bir bağlamda tartışıldı. Formal laboratuvar girişimleri eksik olmasına rağmen tıpkı avangartçılar gibi onlar da proleter kültürün inşasını öncülüyordu. 

Neredeyse bir asır ayakta kalan ve dünya tarihini ters yüz eden proletarya iktidarının sanatı, tüm tartışmalara ve çatışmalara rağmen bugün hala sanat tarihinde bir dönüm noktası olma işlevini koruyor. Tüm dünyada halklar Kızıl kamalarla beyazları ezmeye, bir göğü fethe hazırlanıyor. Sanatın da bu kamaların bir parçası olarak geleceğe yolculuğa biletini kesmesi umuduyla… 

 

Kaynakça

 

Sanatın İktidarı, 1917 Devrimi, Avangart 

Sanat ve Müzecilik, Ali Artun, İletişim 

Yayınları 

 

Sanat ve Edebiyat, Marx – Engels- Lenin, 

Evrensel Basım Yayın

 

Yazarların ve Sanatçıların Gözüyle Lenin

Hazırlayanlar Gregori Zlobin ve Evgeni 

Vitkovski, Yordam Yayınları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir