İnsanın tanımı yapılırken hayvan vurgusu çok yapılmıştır. “Düşünen hayvan”, “politik hayvan” ya da “konuşan hayvan” gibi…
İnsan her şeyden önce bir canlı türü olduğu için, onu tanımlamanın en kolay ve ilk akla gelen yolu diğer canlılarla kıyaslamak olmuş anlaşılan. Günlük hayatta karşılaştığımız insanlara sorarsak bu yaklaşımın toplum genelinde de yadırganmadığını görürüz. Hatta espri konusu bile olur bu. Kedi hayvanı, at hayvanı, karga hayvanı der gibi insan hayvanı şeklinde bir tamlama samimi arkadaşlar arasında çok kullanılır. Velhasıl, konuşma ve düşünme nitelikleri gerçekten de insanı öteki canlılardan ayıran en belirgin özelliklerdir.
Bilimsel teoriler döktürmeye gerek yok. Yaşar Kemal bu konuyu çok güzel özetlemiş: “Böcekler ölmez, otlar da çiçekler de ölmezler. Kıyamete kadar böcekler, çiçekler, otlar ardı ardına ulanırlar, öylece ölmezleşirler.”
“Ama insanlar ölürler, insanlar, çünküleyim ki insan, insan bir tektir. Her insan bir tek doğar, bir tek ölür. Ama böcekler kıyamete kadar doğarlar, sayısız ölmezler.”
“Dünyada ölen bir tek yaratık vardır. Dünyada ölümlü bir tek canlı vardır, o da insandır.” (Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi)
Neden sadece insanlar ölür? Çünkü bir hamam böceği ile başka herhangi bir hamam böceği arasında hiçbir fark yoktur. Benim için de yoktur, sizin için de, tabiat içinde, tarih bilimi için de fark yoktur. Ama insanlar farklı farklıdır. Hepsi başka hayat yaşar.
Mesela bütün karıncaların hayatı birbirinin aynıdır. Mekanlar farklı olsa da dünyanın her yerindeki karıncalar aynı biçimde yaşayıp aynı işleri yaparlar. Hepsi yuvaya yiyecek taşır.
Bütün kartallar kayalık uçurumlarda doğar. Biraz büyüyünce yuvadan aşağı atılır; uçabilirse hayatta kalır ve aynı döngü içinde yavrular yetiştirip ölür. Sonra yavrusu onun yerine geçer ve bu devinimi tıpatıp aynı biçimde sürdürür. Ne kendi yaşamında, ne sonraki nesillerde ne de tabiatta en ufak bir değişime yol açmaz. Bu, bütün kartallar için geçerlidir.
Hayvanlar ve bitkiler, sadece hayatta kalırlar, sadece varlıklarını sürdürürler. Ama insanların her birisi diğerlerinden farklı bir hayat yaşar, kendi seçimlerini yapabilir, yaşamak istediği hayatı ve hayat tarzını tercih etme yeteneğine sahiptir.
Yeteneğe sahiptir; ama bu yeteneği kullanıp kullanmamak kendisine kalmıştır.
Birçoğumuz bu yeteneği kullanmayız. Sunulan, daha doğrusu dayatılan hayatı ve yaşam biçimini kabullenir, kalıplara kendimizi uydurur ve o kalıpların içinde yaşayıp gideriz.
“Yaşamak, sade ‘yaşamak’ yosun, solucan harcıdır”. (Ahmet Arif, Bu Zindan, Bu Kırgın, Bu Can Pazarı)
Örnek kalıp: Doğdun, büyüdün okula git. Okul bitti. (Erkeksen askere git) iş bul. Evlen. Çocuk yap. Bir tane yeter mi ayol! İkinciyi de yap. Böyle kira ödeyerek nereye kadar? Bir eve yazıl. Şimdi bir araba al. (Bu örneğin son 2 cümlesi nispeten şanslı olanlar içindir)
Tanıdık geldi mi? Eminim gelmiştir.
Bu bir tercihtir. İsteyen her insanın kendisine dayatılan bu hayatı seçme hakkı vardır.
Sorun şu ki, bu hayatı seçen sonunda o ölmüş olmaz. Yaşar Kemal’in bahsettiği ot ve böcekten farklı bir durum değildir bu. Çünkü bu hayatı yaşayan, az önceki kartal örneğinde olduğu gibi, kendisinden sonraki nesle aynı kalıpları dayatır ve doğadaki vazifesini (varlığını) tamamlayıp sahneden ayrılır.
Matrix filmini izleyen herkese sormuşumdur, “sen olsan hangi hapı seçersin” diye (filmi izlememiş olanlardan özür diliyorum. Ancak bu noktada verilecek daha güzel bir örnek yok.) Herkes “tabi ki kırmızı” der. Fakat yaşadığı hayat örnek kalıptaki gibidir. Mavi hapı seçmiştir.
Halbuki “insan” kendine sormalı: Ben dünyaya gelmeseydim ne değişirdi?
Önsöz Dergisi
42.Sayı