Anlam Çözen

Dost canlısı bir uzaylı grubu evrende gezerken, yolları Dünya’ya düşmüş. Bu değişik gezegende akıllı canlılar olduğunu görünce kendilerini belli etmeden merakla izlemeye başlamışlar. Manzara ilginçmiş. Bu değişik gezegendeki akıllı canlılar yaşadıkları her yerde sürekli birbirlerini öldürmeye çalışıp duruyorlarmış. Hatta gözlem yaptıkları bir esnada insanların birbirlerine attıkları birkaç balistik füze, koruyucu kalkanlarına çarpmış.

İnsan denen bu canlı türünün birbirini öldürmeye çalışıp durmasını bir türlü anlamayan dost canlısı uzaylılar;

“Biz bunlara yardım edelim, yoksa bunlar hem kendi türlerini hem de bu güzel gezegeni yok edecekler” diyerek bir çözüm aramışlar.

“Eğer bu canlılar birbirlerini tam olarak anlayabilirlerse sorunlarını da medeni canlılar gibi rahatça çözeceklerdir” kanaatine ulaşıp hemen orada bir cihaz icat etmişler. İcat ettikleri bu cihaz bir çeviri cihazıymış. Ama ileri düzey bir uzaylı icadı olduğundan sadece dilleri dillere değil, konuşanların gerçek düşüncelerini, düşüncelerin gerçek anlamını çeviriyormuş.

Uzaylılar bu cihaza “anlam çözen” demişler. Ve bu cihazı insanlar farkına bile varmadan herkese dağıtıp gitmişler. Daha gezecek çok yer olduğundan kalıp sonucu görememişler. Bir toz zerresinden bile ufak olan bu cihazı solumak, cihazın yerleşmesi ve çalışması için yetiyormuş. İnsanlar birbirleriyle iletişime geçer geçmez, bu cihaz bir “iç ses” olarak çeviri yapmaya hazırmış.

Bu iç sesin insanlara bir uzaylı hediyesi olduğunu bilen olmadığından cihaz çalışmaya başladığında şöyle olaylar olmuş:

Amerikalı genç garson Jack, molaya çıkmış. Bir yandan yemeğini hızlıca yerken diğer yandan X’te geziyormuş. Trump başkan seçilirse Elon Musk’ı Hükümet Verimlilik Komisyonunun başına geçireceğini açıkladıktan sonra, Musk’ın yaptığı şu paylaşımı görmüş;

“Fırsat olursa Amerika’ya hizmet etmek isterim. Ne maaş ne unvan ne de takdir isterim…”

Jack okuduğu anda anlam çözen bu sözleri yüksek bir iç ses olarak şöyle çevirmiş;

“Yönetimi ele geçirip, diğer şirketler karşısında elimi güçlendireceğim. Amerika bana çalışacak ama o da yetmez, dünyanın da patronu olma, halkların suyunu çıkarma niyetindeyim.”

Jack, bu sesle afallayıp, sağa sola bakmış telaşla ama yok, ses içinden geliyormuş.

 

Elazığlı Ali dayı, geline haberleri açtırıp karşısına kurulmuş. Her akşam koca göbeğini kaşıya kaşıya haberleri izlermiş. Haberlerde Zelensky;

“Ruslar ülkemizi işgal ediyor, bu sorun tüm Avrupa’nın sorunudur. Bize özgürlük için daha çok silah vermeli dünya.”

Ali dayı bu sözleri şöyle duymuş;

“Sosyalizmin tüm kalıntılarını yok etmek, faşizm bayrağını tekellerin şerefine her yere dikmek, halklara kan kusturmak için daha şevkli olmalıyız.”

Bakur’da bir tekstil fabrikasında çalışan Berfin’in çocuğu hastaymış. Mesai ücreti ödenmiyor, ama patron mesaiye kalmayı zorunlu tutuyormuş. Berfin patrona giderek mesaiye kalmak istemediğini söylemiş. Patron kükreyerek;

“Sana ekmeğini ben veriyorum. Kaç kişi kapıda iş bekliyor, istiyorsan çalışma!” Berfin bu sözleri şöyle duymuş;

“Ben bu zenginliği sizin ürettiğiniz artı-değere el koyarak kazanıyorum. Beni daha çok zengin etmek için sizin gece gündüz çalışmanız lazım. İşsiz kitlenin genişliği ve sınıfın bölünmüşlüğünü kullanarak seni her istediğimi yapmaya zorunlu kılıyorum.”

Berfin’in beti benzi atmış. Yanındaki koltuğa tutunmasa az daha düşecekmiş.

TÜRK-İŞ, DİSK sendika başkanları işçilerin sendikaya yönelik tepkilerini yatıştırmak için ellerine mikrofonu alıp nutuk çekiyorlarmış;

“İşçi kardeşlerimiz hep bizden fedakârlık istiyorlar. Ama biz zaten üzerimize düşeni yapıyoruz ve diyoruz ki, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alın. Vergide adalet istiyoruz!”

İşçiler sendikaların sözlerini şöyle duymuşlar.

“Baş belaları, sizin yüzünüzden patronlarımızın gözüne uyku girmiyor. İktidara falan gelmeye uğraşmayın. Alın size vergide adalet vs. ıvır zıvır talepler… Uğraşın durun…”

Anlam çözenin çevirisini duyan işçilerin arasında buz gibi bir hava esmiş birden. Öyle ki yere iğne düşse, sesi yankılanacak gibiymiş. Sonra aralarında sessizce anlaşmışlar gibi, sendikacıların etrafını sarmaya başlamışlar.

İstanbul’da çalışan CarrefourSA işiçileri, çalışma koşullarına, onur kırıcı muameleye, sendikasızlaştırmaya, işten atmaya karşı eyleme geçmişler. İşçilerin üzerine yürüyen polis öyle şiddetli saldırmış, gözaltına alınanların boyunlarına basıp ters kelepçe yapmış ki, işçiler sormuşlar;

“İşçiyiz biz, ekmeğimizin peşindeyiz, neden bize böyle saldırıyorsunuz!”

Aldıkları cevap “Sabancı’nın selamını getirdik.” olmuş. İç ses bu sözleri şöyle çevirmiş: “Sabancı’nın selamını getirdik.”

Dünyanın en pahalı gıdalarını tarım ürünlerini tüketen memlekette çiftçiler çok zor durumdaymış. Zar zor tarım yapıyor ama ürettiklerini maliyetine bile satamıyorlarmış. Pazardaki yüksek fiyatlara rağmen, tarlada ürünleri 2-3 liralara alıcı bulamıyormuş. Çiftçilerin tepkileri karşısında yetkililerin şu açıklamaları duyuluyormuş;

“İşlenmeyen tarım alanlarının tarımsal amaçlı şirketlere kiraya verilmesine ilişkin resmî gazetede yayımlanan kararla tarımın korunması amaçlanıyor.”

Anlam çözen bu sözleri şöyle çevirmiş;

“Ya köylüler şirketleşecek ya da şirketler tarım yapacak, demiştik. Girdiler pahalı olduğundan değil, bizim kâr hırsımızdan gıdayı pahalıya yiyorsunuz. Yoksa domates tarlada 3 lira, biber 5 lira… Her alanda tekellerin egemenliği ve ceplerimizi doldurmak temel amacımızdır. Neyse ki daha bu duruma ayıkmadınız da…”

Dünyanın her yerinde sokaklara, evlere, fabrikalara tarlalara giden devrimciler emekçilerle harıl harıl konuşuyorlarmış. Devrimciler de hoş bir şaşkınlık yaşıyorlarmış. Çünkü garip bir biçimde ortaya çıkan iç seslerin insanlara her sözün gerçek anlamını çevirmesi işlerini çok kolaylaştırmış. İşçiler bu devrimcileri dikkatle dinliyormuş çünkü bu gizemli iç ses bir tek bu devrimciler konuşunca sözlerin aynısını tekrar ediyormuş.

“Bütün iktidar halka” diyormuş devrimciler.

“Bütün iktidar halka” diye tekrarlıyormuş iç ses. 

“İktidar dışında her şey hiçbir şeydir” diyormuş devrimciler, “iktidar dışında her şey hiçbir şeydir” diye tekrarlıyormuş iç ses…

Gerçek ile yalanın, sınıfsal çıkarın ayırdına daha hızlı varan emekçilerde daha nitelikli kaynaşmalar başlamış.

Aradan -uzay zamana vurursak- çok da uzun bir zaman geçmemiş. Uzaylı dostlar icatlarının işe yarayıp yaramadığının merakıyla tekrar Dünya’ya uğrayıp duruma bakmak istemişler. Dünya’ya yaklaşır yaklaşmaz, bir de ne görsünler;

“Aklın yolu bir! TEŞEKKÜRLER DOSTLAR!” diyen, kocaman ışıl ışıl bir yazı, dünyanın dış yörüngesinde asılı haldeymiş. Dünya bambaşka, ışıl ışıl görünüyormuş. Hoş bir şaşkınlık yaşamış uzaylılar. Uzaylıların yokluğunda olaylar şöyle olmuş:

Devrimci işçi sınıfı ve emekçi halklar uzaylı dostların yabana atılmaz yardımlarının da sağladığı kolaylıkla insanları hızlıca bilinçlendirip devrimlerini başarmışlar. Sınırsız ve sınıfların olmadığı bir dünya kurmuşlar. Komünist olan bu dünyada yaşamın her alanında muazzam gelişmeler yaşanmış ve bu muazzam gelişmelerin yaşandığı alanların başında gelen bilim dünyası yaptıkları araştırmalar sonucu “anlam çözeni” keşfetmişler. İnsanlar arasındaki ilişkilerde artık sömürü, yalan dolan olmadığından bu anlam çözenleri çıkarıp bilim mücadelesine koymuşlar. Dünyanın dış yörüngesine de bir gün uzaylı dostları gelirse diye bu teşekkür notunu asmışlar. Olur da gelirlerse, bu sefer konuk olmaları umuduyla.

 

Önsöz Dergisi 55. Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir