Kadınların Edebiyatı 1 – Tomris Uyar

Kendini ‘uyumsuz’ olarak niteleyen öykü yazarı ve çevirmen olan Tomris Uyar’ın ismini Cemal Süreyya, Turgut Uyar ve Edip Cansever’le birlikte duymuşuzdur pek çoğumuz. Tomris’i edebi kişiliği, öyküleri, ışıltılı edebiyatı ve dili ile anmak, yaşatmak varken ilişkileriyle duymak üzücü bir durum. Evet, diğer kadın şairler ve yazarlar gibi hak ettiği değeri görmeyenlerden.  Aşk ilişkileriyle değil, özgür ruhu, başarılı öyküleri ve güçlü kalemi ile varlığını sürdüren Tomris Uyar kadın edebiyatçılara göz atacağımız bu serinin ilk yazarı. 

1950 kuşağı öykücülerinden olan Uyar’ın öyküleri kısa öykü özelliği taşıyan Çehov tarzı durum öyküleridir. Yazarın bütün öykülerinde kurgu ön plana çıkar. Kurguyu kendine has bir üslupla çeşitli anlatım teknikleri kullanarak ortaya koyar. İlk dönem öykülerinde modernizmin etkileri varken ikinci dönem öykülerinde postmodernist teknikler ağır basar. Öykülerinde iç içe anlatılar, okurun sürece dahil edilmesi, masallardan yararlanma, metinlerarasılık, üstkurmaca gibi unsurlarla sıklıkla karşılaşırız.

Tomris öykücülüğe 1971 yılında kaleme aldığı ilk kitabı İpek ve Bakır’la başlar. Bu kitabında sıradan insanların sıradan hayatlarını anlatırken iş, aile, ev arasında bir düzenek kurar. Öykülerinde hep çocukluğa ve yaşlılığa dair anlatımlar, anılar yer alır. Mutsuz yaşamlar, köyden şehre gelen insanlar, yoksulluk, eşi tarafından baskıya maruz kalan kadınlar, geçim sıkıntısı gibi konular işlenir. Kurgu ustası olan Tomris, küçük çocukları, kadınları, aydınlanma anı ile yüzleştirir. Aydınlanma anında genellikle durum, olay ya da karakter bir eşik atlar.

Uyar her bir öyküsünde farklı bir kadın karakteri yaratır. 

Şükriye… İpek ve Bakır’ın Çiçek Dirilticileri isimli öyküsünde Şükriye’nin annesinden gizleyerek gittikleri babaanne ziyaretlerinin sonuncusunda dedesiyle tanışması sağlanır. “İhtiyar bir adamın küçük kıza soracağı şeyleri bilmiyor” diye düşündürülen Şükriye’nin aslında dedenin torununa olan hasretini, yıllardır görmediği torunuyla kurmaya çalıştığı iletişimi, torunun onu tanımadığı için dedesini sadece, ihtiyar bir adam, olarak nitelendirmesini okuruz.  Şükriye öykünün sonunda dedesinin sözleriyle adeta dirilir ve iç dünyasında “aydınlanma anı”nı yaşar; “Babaannemlere gittik dedi Şükriye, dedeyi çok sevdim.” Anneden dedesine gittiğini saklayan Şükriye artık yalan söylemeyecektir. 

Nigâr… İpek ve Bakır kitabının bir diğer öyküsü olan İkinci Gündöndü’deki kadın karakter Nigâr mutsuz bir evlilik yaşamıştır. Kumara ve kadına düşkün eşi tarafından şiddete maruz kalır ve en sonunda evi terk ederek eşinin yanından ayrılır. “Tam 13 yıl bekledim dile kolay. Sustum, sakladım. Dayağı, işkenceyi, horlanmayı. Ama 14. yılın sıradan bir gecesinde bilet aldım. Doğru İstanbul. Ben şimdi köşeden sandviç almaya çıkamayan, vapurla karşıdan karşıya geçemeyen ben, bir gece yarısı tek başıma İstanbul…” Tomris bir ev kadınını en vurucu haliyle anlatmıştır; Nigar’ın umulmadık bir şey yapma hayali…

Kadınlar bir yandan kadın olmalarından kaynaklı sorun yaşar, diğer yandan yoksullukla…

 Gündeliğe giden kadının yaşadığı sorunları, anlaşamadığı için eşinden ayrılan, evden kaçan, şiddete uğrayan kadınları anlatan Tomris’in öykülerinde yoksulluk vardır. Kapısı olmayan ve naylonla kapatılan pencereleri olan evlerde hastalanan insanları öykülerine iliştirir. Çocuklar tablacının devirdiği tabladan yere dökülen tozlanan çörek ve simitleri ceplerine doldururlar. Yoksullukla ve kadın olmanın getirdiği sorunlarla yüzleşen Tomris’in kadınları nitekim mücadeleci değildir. Karakterleri ve kurgusu ne kadar güçlü olsa da bu karakterlerin genelde sorunlardan kaçtığını ya da kaderine razı olduğunu görürüz.  Bazı karakterler yoksulluğundan utanır, bazıları mesleğinden. Karşımıza hep savaşmayan, sorunlarını erteleyen, melankolik, karakterler çıkar.

Karakterlerin pasifliği her bir öyküde kurguyla kapanır, kurgu içeriğe baskın çıkar. 

Gecegezen Kızlar kitabında yer alan öyküler rüya ile gerçekle harmanlanır. Eski masal kahramanları günümüz bireyleri olarak anlatılmıştır. Şiirsel bir dille gündelik olayları çağdaş masallara göndermeler yaparak, soyutlayarak anlatır öykülerini. Çağının kadın sorunlarını tarihsel, mitolojik bir biçimde ve her bir öyküyü masalla bağdaştırarak yerleştirir. Pamuk Prenses, Hansel ve Gratel, Uyuyan Güzel, Kırmızı Başlıklı Kız gibi masallara yer verir. Yazar masalları günümüze uygulamak açısından oldukça başarılıdır. Bu da sahip olduğu düş gücü ve kurgulama yöntemlerinden gelir.

1986’da kaleme aldığı “Yaza Yolculuk” kitabında da öyküler yaz mevsimi aracılığıyla anlatılır. Sait Faik hikâye armağanı aldığı bu kitapta yazar metinlerarasılık, üst kurmaca gibi modernist unsurlarla karşımıza çıkar.  Bu eserinde de bir çıkışsızlık, sorunlardan kaçış ve bunalım vardır. Fransa’ya tatil yapmaya giden kadın, gazetelere ve haberlere bakmak istemez. Birkaç günlük yaz büyüsünün bozulmaması için yaşanan toplumsal olaylardan kendini soyutlamaya çalışır. Barda tanıştığı bir arkadaşıyla “Fil Adam” filmi üzerine konuştukları zaman ertelemeye çalıştığı, bastırdığı her düşüncenin tekrar ortaya çıktığını fark eder.

Tomris yazdığı öykülerde dönemin ekonomik ve toplumsal olaylarına karşı tepkisiz kalmanın fotoğrafını çekmiştir. Bunalım, çıkışsızlık, varoluş sancısı gibi durumları her öyküsünde görürüz. Yaza yolculuk kitabında bir öyküde şöyle bir alıntıyla karşılaşırız: “Sanki Ortadoğu’da savaşlar yoktu, sanki hiçbir yerde baskı rejimi kurulmamıştı, sanki insanlar evlerinden koparılıp bilinmedik yerlere götürülmüyorlardı. Sanki işsizlik, açlık olgusu gözümüzün önünde değildi.” 

 Kitapların her birinin içinde yer alan öyküler her kitapta farklı bir metaforla birbirine bağlanır. Aramızdaki Şey kitabında da bütün öyküleri kırmızı rengiyle birbirine bağlar.  Yaza Yolculuk’ta her öyküde olaylar yaz mevsiminde yaşanır. İpek ve Bakır’da çocukluk ve yaşlılık anlatılır; ilk öyküsüyle son öyküsü arasında bir bağlantı kurar. İlk öykü Şükriye’nin, son öykü Şükriye’nin annesinin gözünden anlatılır. Gecegezen Kızlar’da her öyküde masallardan yararlanılır.

Tomris Uyar’ın öykülerinde kullandığı teknikler şüphesiz oldukça başarılıdır. Bunu hem karakterlerin ortaya konuluşlarında hem öyküler içindeki metaforlara hem de öyküler arası kurduğu ilişkilerde görebiliyoruz. Yine de kurgu ve teknik bir öyküyü ya da öykücünün tek başına başarıya götürebilir mi? Bu soruya olumlu bir yanıt vermek en azından bu yazının yazarı için biraz zor. Özellikle kadın okurlar (ben de dahil) empati kurarak okuduğu bir kadın yazarın kadın karakterlerinden bunca sorun içerisinde biraz daha cesaret almak istiyor. Malesef Tomris’in kadınları sorunlarla başa çıkmada kadın okurlarına yeteri kadar cesaret veremiyor.

 

Önsöz Dergisi
49.Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir