Toplumcu gerçekçi bir yazar olan Sevgi Soysal 60’lı 70’li yılların yazarlarından. Öğrenci eylemlerinin, işçi grevlerinin peş peşe olduğu, sendikal mücadelenin büyüdüğü, sınıf savaşının keskinleştiği, devrimcilerin katledildiği dönemler. Yazarın da söylemiyle 12 Mart’ın gelip de kazma kürek yerine insan yakmaya başladığı dönemde, insan yakmanın -tutuklamakla insanlar ne kadar yakılabilirse- türlü yolları vardı. 12 Mart darbesiyle bütün toplum, öğrenci gençlik, aydın ve sanatçılar baskı altındaydı. Radyo ve televizyonlarda tutuklama listeleri yayınlanıyor, ev baskınları yapılıyor, devrimciler gözaltına alınıyor, türlü işkencelerden sonra tutuklanıyordu. Böyle bir süreçte aydınlar hangi taraftaydı? Hiçbir şey olmamış gibi yaşananlara kulak mı tıkayacaklardı? Bu işin az şekerlisi çok şekerlisi olmaz diyerek sınıfın sanatçısı mı olacaklardı?
Soysal bu dönemde siyasal alana müdahale edip, toplumu değiştirmek için mücadele edenlerdendi. Bu mücadelesi onun bütün metinlerine şu ya da bu şekilde yansımıştı. Kalemi hep devrimcilerden, öğrenci gençlikten, kadınlardan taraftı. Kalemi hep itirazdan beslenmişti ve kadın sorununa bakış açısı oldukça ileriydi. Ataerkil sistemin kadını baskılamasını, ikinci plana atma durumunu hep eleştirmişti. İlk dönemde kaleme aldığı eserlerinde bununla sıkça karşılaşırız.
“Tante Rosa” kitabında erkek egemen sisteme itirazı olan, başına buyruk, toplumsal kuralları yıkan bir kadınla tanıştırır bizleri. Okula başladığı ilk andan itibaren ona dayatılanlara karşıdır. Tanrıyla ilgili çok soru sorduğu için cezalar alır, günahkâr ilan edilir, rahibeler okulundan kovulur. Evlenir, çocukları olur, zamanla eşiyle sorun yaşamaya başlar. Rosa çocukları için fedakârlık yapmayı tercih etmez. Onların “geleceği” için istemediği bir evliliğe devam etmez. Eşiyle anlaşamadığı için evi terk ettiğinde aforoz edilir. Çünkü geleneğe sıkı sıkıya bağlı olan anneannelerimize benzemez. “Yuvayı dişi kuş yapar.” söylemini tarihin çöplüğüne atar. Anneliğin kutsal oluşunu reddeder. Ekonomik özgürlüğünü kazanmak, kendi ayaklarının üzerinde durmak için çok çabalar. Gazete bayiliği, pansiyonculuk, bekçilik yapar. Ona dayatılan toplumsal kuralları, ezberleri bozar. Örneğin eşi evde çocuklarına bakarken Rosa çalışıp evin ekonomisini sağlamaya çalışır. Evden kaçan, uçarı, başına olmadık işler açandır Tante Rosa. Aslında herkesin bir Tante Rosası vardır ve Soysal Rosa’yı anlatırken kendini anlatıyordur.
Türkiye Edebiyatında 1960’lı yıllara kadar yazarların çoğunun kadına, kadın sorununa bakış açısı gericidir. Tabii Sabahattin Ali hariç… Sabahattin Ali’nin 1943’ te kaleme aldığı Kürk Mantolu Madonna isimli romanı edebiyatta kadına bakış açısında bir kırılma niteliğindedir. Kürt Mantolu Madonna kitabını sadece bir aşk metni olarak okumak eksik bir okuma olur. Çünkü romandaki kadın karakter Maria erkek iktidarına başkaldıran bir kadındır. Maria ressam ve müzisyendir, güçlü bir kadındır. Tanzimat edebiyatı kadın karakterlerine benzemez. Romanın diğer karakteri Raif Efendi ise Tanzimat edebiyatının erkek karakterlerine benzemez. Tanzimat edebiyatı güçlü erkek karakterler çizerken Raif Efendi silik, zayıf bir karakterdir. Kürk Mantolu Madonna Tanzimat edebiyatına, kadını yok sayan akla bir cevap niteliğindedir. Sabahattin Ali’yi dışında tutarak, 60’lı yıllara kadar özellikle Tanzimat edebiyatında kocasına sadık, fedakâr, cariye ya da köle kadınlarla karşılaşırız. Yazarlar Asya ile Avrupa arasındaki evlilikten bahseder, Asya kemale ermiş bir erkek olarak görülüyorken Avrupa genç bakire bir kadın olarak görülür. Avrupalı yazarlar nasıl doğuyu fethedilmeyi bekleyen uysal bir dişi olarak görüyorsa Tanzimat yazarı da Avrupa’yı benzer bir şekilde hayal eder. Batıyı fethedilmeyi bekleyen bir kadın olarak görür. Yabancı kültüre nüfuz etme arzusu kadına nüfuz etme arzusu olarak görülür. Tanzimat yazarlarının hastalıklı olan bu aklı eserlerine yansımıştır.
Samipaşazade’nin Sergüzeşt romanında da Namık Kemal’in İntibah’ında da Dilber ve Mahpeyker üzerinden esir kadın tipini görürüz. Kadınlar cariyedir, hiçbir hakları yoktur ve meta gibi alınıp satılırlar. Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’sunda toplum kadını yok saymış, öldürmüştür. Kadını doğu batı, fethedilmiş, el değmemiş vs. gibi gören bir aklın karşısında kadınları özgür, kendi ayaklarının üstünde duran, iktidara karşı çıkan, devrimci kadınlar olarak görür Soysal. Bir tarafta burjuva bir ailenin evinde cariyelik yapan, çaresiz kaldığı için intihar eden Dilber vb. diğer tarafta ataerkil sistemin bütün baskılarına karşı çıkan, mücadele eden Rosa.
Soysal Tante Rosa kitabıyla tek bir kadın üzerinden bütün kadınların sorunlarını anlatmıştır aslında. Ataerkil sistemde kadın olmanın zorluklarını, var olan düzene karşı başkaldırıyı anlatmıştır. Bu başkaldırı salt Tante Rosa’da yoktur elbette. Tutsak kadınları kaleme aldığı Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda da vardır. Hem itiraz hem de ironi vardır. Soysal’ı diğer kadın yazarlardan ayıran en önemli nokta neredeyse bütün eserlerinde ironiden beslenmesidir. Yaşamdaki zorluklara, 12 Mart darbesinin baskıcı sürecine, tutuklamalara ve işkencelere karşı bir baş etme yöntemidir. Bunu yaparken, Soren Kierkegaard’ın İroni Kavramı’ndan çok etkilenmiştir ve ironiyi başkaldırının ana motifi haline getirmiştir. Cezaevinde ilk zamanlar işkenceden gelen kadın tutsakların üstüne gidilmez, işkence üzerine konuşulmazken sonraları işkencenin şakası yapılmaya başlanır. Bunun önünü açan Soysal’dır. İşkenceden gelenlere ad takarlar, “devos”. Gardiyanların kadınlara ettiği küfürlerin en incesi “orospu”. Maruz kaldıkları muamele de malum. Dev-os: Devrimci Orospular Birliği. “Geldi işte Dev-os’lu.” Diyerek kahkaka atarlar. İşkenceye ve hakarete maruz kalan kadın tutsaklar hem dik bir duruş sergilerler hem de gardiyanların aklıyla dalga geçerler.
Kitabın bir bölümünde şöyle bir olay daha yaşanır: Bir gün cezaevinde sayım yapmaya gelen albay, herkesin hazır ol durduğuna emin olduktan sonra, gönlü olmuşçasına komut verir, “Rahat!” Ama kimse istifini bozmuyor. Herkes yine hazır ol durumunda, taş gibi… Albay tutsak kadınların karşısında dikilip bağırıyor: “Rahat, dedim sözcü, rahat dedim.” Soysal sakin bir sesle cevap verir Albay’a, “Biz böyle rahatız komutanım!” Kadın tutsakların kahkahası bütün cezaevine yayılır. Albay küplere binerek koğuştan çıkar. Soysal “Ya dalga mı geçiyor bunlar? Bizimle insan koğuşta nasıl rahat olabilir.” der başka bir kadın tutsağa. Kadın tutsaklar kendi kurallarını kendileri belirlerler. Bu tutsakların “O duvarınız vız gelir vız!” deme halleridir.
Soysal, kadın sorununu ele alış tarzıyla, var olana itirazıyla, alaycılığıyla, Türkiye Edebiyatının en yetkin yazarlarından olmayı başarabilmiştir. Sadece ataerkil sisteme değil, erkek yazarların eril diline de saldırmıştır. Nasıl yaşamışsa kalemine yansıtmış, dönemin aydınlarını sorgulatmış, sistemin üst ve alt yapısına saldırmış; dil uzatmış, kendine has bir diliyle edebiyata yön vermiştir.
Kuracağımız her cümle belki de Soysal’ın sadece bir yanını anlatmaya yetecektir. Soysal’ı en iyi kendi sözleriyle anlayabiliriz. “Düzenle bütün bağlarını koparabildiğin zaman, ki bu cesaret ister, bu cesareti gösterebildikten sonra zaten karanlıktan korkmayan biri olursun.” Bu cümleleri yazdığı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti kitabında sistemin çürümüşlüğü ve yıkımı kavak ağacının devrilmesiyle anlatılır. Umut, yeni bir sistemdedir, başka bir dünya mümkündür. İşte bu Soysal’ın en güçlü yanıdır.