SOSYALİZMİN ÖNSÖZ’Ü

SOSYALİZMİN ÖNSÖZ’Ü

İnsanlığın kurtuluşunu hedefleyen sosyalizm büyük bir eserdir. Bu da onun “Önsöz”üdür.

Sanata ihtiyacımız, bizi eğlendirmesinden mi geliyor, yoksa eğitmesinden mi? Kimilerinin dediği gibi boş zaman doldurmasından mı? Yoksa, çok farklı bir nedene mi dayanıyor sanatın bu gerekliliği? Artık şunu da çok iyi biliyoruz ki, insana tarihsel yürüyüşü boyunca yoldaşlık etmiştir sanat. Doğadan öykünerek başladığı serüvenine, insan kendi yaratıcılığını ekleyerek, insanlaşma sürecini hızlandırmıştır. Ve en önemlisi; sanat toplumsal mücadelede önemli bir yere sahip ve bu önemi her geçen gün biraz daha artıyor. 

Çürüyen, yok olan emperyalist-kapitalist sisteme ve onun dünyayı ve insanlığı yok edişine karşı ayaklanmaların olduğu bir yüzyıldayız. İnsanlık yok oluş tehlikesini artık çok somut olarak hissediyor ve buna karşı duruyor. Her şeyin metalaştırıldığı, alınıp-satılır hale geldiği, hatta bunun bir erdem olarak her gün her türlü medya aracından yansıtıldığı bir dönemden geçiyoruz. İşte bu yüzden kapitalizmin insanı tüketen, çürüten yanı karşısında, emperyalist kültür hegemonyasına karşı, sanatın gücünü ortaya koymak önemli bir olgudur artık. Sanat, yaşanabilir bir dünya kurmanın, özgürlüğe, eşitliğe, kavgaya ve insana dair bütün değerlere ulaşmada ihtiyaç duyulan üstün bir savaşım aracıdır. Yeni insanın yaratıcı, değiştirici-dönüştürücü eyleminin vazgeçilmez ana unsuru ve ürünüdür. 

“2000 yılında şiir nereye varmış olabilir” diye sorulduğunda Neruda’ya, “Bu çok kapsamlı bir sorudur.” der ve devam eder: “Eğer bu soruya karanlık bir sokakta rastlasaydım, korkudan ödüm patlardı. 2000 yılı hakkında ne biliyorum? Ve dahası, şiir hakkında ne biliyorum?” Ama “şiirin cenaze töreninin gelecek yüzyılda yapılmayacağı”nı bildiğini de ekler. Özel anlamda şiir, genel anlamda sanat, egemen sınıflarca kendi çıkarlarının koruyucusu yapılmak istense de, o her seferinde isyancı olmuş, ileri doğru yürümek isteyen insanların elinde silaha dönüşmüştür. Neruda haklıdır. Şiirin, biz sanat için de diyelim, cenaze töreni 21. yüzyılda yapılmadı ve yapılmayacak.

“Şiir ölenin yanı başındaydı, ağrılarını keserek; zaferlerin öncüsüydü, yalnızlığa arkadaşlık etti, ateş gibi yandı, kar gibi serin ve aydınlıktı; elleri, parmakları ve yumrukları vardı; Granada kentine benzer gözleri vardı, hedefe atılan mermilerden daha hızlıydı; kalelerden daha sağlamdı. Köklerini insanoğlunun yüreğine daldırdı.”

Yüreğe daldırılan bu köke, sanata, her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Onun aracılığıyla yüreklere seslenmeliyiz. Yüreklerin sağırlaştırıldığı kapitalist sistemde, çürümenin egemen kılındığı 21. yüzyılda daha çok sanatın gücüne başvurmalıyız. Sanat daima iyi birer danışman olmuştur. Ona kulak vermeyenler, insanların yüreklerini ele geçiremezler. Sanat hala insanlığın yüreğine ulaşmada en önemli yol olarak karşımızda durmaktadır. İşte bundan dolayı sanat alanında yaptığımız çalışmalardan asla vazgeçmemek, her tür saldırıya karşı güçlü olmak, yeniden ve yeniden kendimizi var etmek zorundayız. 

Bu zorunluluğun ihtiyacı olarak doğdu bizim “Önsöz”ümüz. “İnsanlığın kurtuluşunu hedefleyen sosyalizm büyük bir eserdir, bu da onun Önsöz’üdür.” şiarıyla 20 seneye yakın bir süredir çıkardığımız kültür-sanat dergimiz Önsöz ile biz sanatın bu gücünü örgütlemek istedik. 

Önsöz dergisi 2005 yılından bu yana çıksa da, aslında kültür-sanat alanında yürüttüğümüz 35 yıllık kesintisiz mücadelenin bir sonucudur. Önsöz’ün ilk nüveleri derneğimizde oluşturduğumuz duvar gazetelerinde çıktı. Ama her zaman amaç duvar gazetesinden dergiye dönüşmekti. Epey uzun sürdü bu dönüşüm süreci. Ayışığı Sanat Merkezi olarak Taksim Rumeli Han’da çalışma yürüttüğümüz dönemde “Evrenin Türküsü” adında bir duvar gazetesi oluşturduk. Çok değil birkaç ay sonra artık vaktidir dedik ve kültür sanat edebiyat dergisi olarak çıkma zamanı diyerek cesaretle işe koyulduk. 

Bir yayın çıkarmaya karar verdiyseniz ilk işiniz ona adını vermektir ve bu en zor kararlardan biridir. Yola çıkarken ortak akla başvurmanın en iyi seçenek olduğunu düşünerek katılımcı-demokratik bir yöntemle sosyalist bir yarış düzenledik. Belirlenmiş birkaç isim için sandık kurduk. Çeşitli sandık oyunlarına başvuranlar çıktı aramızdan, çok üzerinde durmadık. En sonunda duvar gazetesinin adı dergiye ad olma yolunda ilerledi. Açık ara önde gitti ve beklenen sonuç çıktı, “Evrenin Türküsü” dergimizin adı oldu. 

Bilirsiniz, tutsak devrimciler dışardaki hayatın sıkı takipçileridirler. Devrimci tutsakları da öneri sürecinin bir parçası yapmıştık. Önerilerini mektup yoluyla alıyorduk ama her zaman olduğu gibi elimize geç ulaşıyordu. Bir mektup geldi. Mektup bir öneri ve bir slogan sunuyordu: “İnsanlığın kurtuluşunu hedefleyen sosyalizm büyük bir eserdir bu da onun Önsöz’üdür.” İşte tam da bundan dolayı derginin adını Önsöz olmalıdır. Öyle yerinde ve uzun soluklu bir anlamı ifade ediyordu ki oy birliğiyle bir isme karar vermiş olmamıza rağmen yeniden hızla bir oylamayla çoğunluk kararıyla öneri kabul edildi. Önsöz bizim varlık nedenimizi açıklamada fazla söze yer bırakmıyordu. İnsanlığın kurtuluşunu hedefleyen sosyalizmi büyük bir sanat eseri olarak adlandırırsak -ki öyle olduğunu biliyoruz- biz sanatçılara düşen görev bugünün koşullarında ancak ona Önsöz yazabilmektir. 

Yolculuğumuz 2005 yılında attığımız bir adımla başladı. Önsöz, okurlarıyla bir 6 Mayıs günü Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda düzenlediğimiz Denizleri Anma Gecesinde buluştu. O günü hepimiz dün gibi hatırlıyoruz. Bir yandan akşam yapılacak anma etkinliği için telaşlı hazırlıklar sürüyor, bir yandan da acaba matbaa dergiyi akşama buraya yetiştirebilecek mi diye merak içinde kıvranıyorduk. Dergiciliğin bitmeyen derdidir matbaa ile olan ilişki. Sürekli telefon trafiği ile hatırlatıyoruz kendimizi. Akşama doğru etkinlikten bir saat önce arkadaşlar sevinçle haber verdiler, Önsöz geldi diye. Balya balya Önsöz’ün Açık Hava Tiyatrosu’nun merdivenlerinden kucaklarda inişi ve bizim yaşadığımız heyecan anlatılmazdı. 

İlk sayı ile attığınız adımın acemiliklerini yürüdükçe aşar, yürüdükçe büyür ve gelişirsiniz. Bir bilim insanının buluşunun ilk adımları, bir senfoninin ilk notaları, bir kitabın ilk sözleri gibi olsun istedik. İnsanlığın kendi elleriyle yazacağı o büyük eserin Önsöz’ü olmak için çıktık yola… Bu iddia çok büyük bir coşku, aynı zamanda çok büyük bir de sorumluluk vaat ediyor bize. Okurlarımıza merhaba dedik ama hoşça kal demeyeceğiz diye ilan ettik ilk sayının Çıngı’sında. Her sayıda belki başka başka, ama daima birileri olacak burada, dedik. 

Kendimize, bugünden bakıldığında küçük ama o zaman için büyük adımlar olan hedefler koyduk. İlk sayıyı çıkardığımızda, 1000. sayfayı oluşturabilecek miyiz dedik kendimize. Ve 1000. sayfayı tarihe not ettik. Artık sayfalar değildi hedefimiz, yıllarca sürecek bir dergi nasıl olacaktık? 10. yıla bu kararlılıkla girdik. Hazırladığımız “10. Yıl Seçkisi” ile daha büyük hedefler oluşturarak ilerledik. 2020 yılında “15. Yılımıza 15 Kitapla Merhaba” dedik. Eski yazılar, yeni kitaplarda yeniden hayat buldu. Şimdi “20. yıl” hazırlıkları içindeyiz.  

İşte o günden bugüne 19 yılı devirdik. 53. sayımız yayına hazırlanıyor. Bugünden geriye dönüp baktığımızda ne kadar çok bilgi biriktirdiğimizi gördük. Derginin ve okurların birlikte çıktıkları bir yolculuktur bu. Ve karşılıklı bir değişim, gelişim sürecidir. Dergicilik hem yazanlar için hem de okuyanlar için bir okuldur. Yola çıkarken Önsöz’ün kendi yazarını, şairini yetiştiren bir okul olmasını istedik. Dergicilikte değişik yöntemler var. En çok bilinen yöntem ise sanat alanında ürün ortaya koyan sanatçıların kürsüsü haline gelmek. Biz ise emeği görünür kılmak için kendi yazarını, kendi şairini yetiştiren bir okul olsun istedik. Elbette değerli yazarlar, şairler, akademisyenler, çizerler, oyuncular bizim sayfalarımızdan merhaba dedi okurlarına. Bir kez de buradan bize destek veren tüm yazar, şair, oyuncu, çizer dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Ama biz başka bir yoldan yürümeye kararlıydık. 

Farklı illerde farklı motivasyonlarla çalışan sanat merkezlerimizin ortak aklını oluşturmak için Sanat Konferansları düzenledik. Her yılın haziran ayında kamp biçiminde yaptığımız bir haftalık buluşmalarda bir araya geldik. Hem bir yıl boyunca neler yaptığımızın bilgisini verdik birbirimize hem de sanat, estetik, felsefe üzerine belirlediğimiz çalışmaların sunumlarını paylaştık. Atölye çalışmalarının sonuçlarını da Önsöz’de yayınladık. Estetik ve sanat alanında gelişmemize çok büyük katkılar sundu konferanslar. Bu yolu izlemiş olmaktan dolayı da memnunuz. Önsöz kendi yazarını bu atölyelerde eğitti, dosyalarını bu atölyeler aracılığıyla güçlü bir şekilde oluşturdu. Sürekli üreten, sürekli gelişen çizgiye bu yolla ulaştı. Kendi yazarını, şairini, felsefecisini, sanat teorisini oluşturan kalemleri ortaya çıkardı. Önsöz bizi sanat alanında disipline etti. Belki bu türden bir zorunluluk olmasa devrimci faaliyetin başka öncelikleri nedeniyle sanat alanını ikincil olarak görebilir, sanatın toplumsal hayatı değiştirme gücünden mahrum kalabilirdik. 

Burada bir parantez açarak Önsöz’ün başka bir özelliğini de yazmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Yola çıkarken tasarlanmış bir şey olmamasına rağmen yol boyu biz genellikle kadınlarla yürüdük. Kadınlar, başından beri Önsöz’ün yayın ekibinde çoğunlukta oldu. Bazen sadece kadınlar oldu. Genel yayın yönetmeninden, dizgicisine, çizerinden, yazarına… Özel olarak yarattığımız, kotalarla oluşturduğumuz bir durum değildi. Elbette her zaman yayın ekibinde erkekler de oldu. “Erkek kotası” tersinden Önsöz’ün esprisi haline geldi. Yayın ekibinde ne kadar kalıcı olacakları ile ilgili konular bizim eğlencemiz oldu. Son yayın kurulumuzdaki tek erkek olan yoldaşımız Onur Kopran bize bu konuda “sabretmek” zorunda olan son erkekti. Depremde Antakya’da yitirdiğimiz Onur’u buradan bir kez daha özlemle anmak isteriz. Onur’dan öncesinde olduğu gibi sonrasında da erkek yoldaşlarımız hep bizimle oldu, olmaya devam edecek. Ama sanırız Önsöz’ün kadın yanı, onun önemli farklarından biri olmaya devam edecek. 

Önsöz’ün yazarları kadar içerikleri de hep önemli oldu. Sosyalizmin inşasına bir Önsöz niteliğinde hazırlamaya çalıştık tüm içeriklerimizi. Toplumcu gerçekçilik o nedenle hep bizim kılavuzumuz oldu. 

Toplumcu gerçekçi yani sosyalist gerçekçi sanat anlayışıyla kültür-sanat-edebiyat faaliyeti yürütüyoruz. Önsöz kendini bu cephede tanımlıyor. Gerçekçilikte yeni bir aşamadır toplumcu gerçekçilik. Bu yalnızca kurulu toplumsal düzenin çarpıklıklarını, yozlaşmışlıklarını, eşitsizliğini yansıtmayı değil, bunlara yol açan düzeni değiştirmeyi de amaçlayan bir sanat anlayışıdır. Toplumcu gerçekçilik kapitalist sistemde yaşanan çatışmayı ve bu çatışmanın insan üzerindeki etkilerini yansıtır. Kapitalist sistemin tüm sömürüsüne karşın insanın kendisini, çevresini değiştirebileceği vurgusu her zaman için ön plandadır. Ama genelin tartıştığı şekilde toplumcu gerçekçilik ideolojik boyutun ağır bastığı ve biçimin arka plana atıldığı bir bakış değildir. Tam tersine ideolojik ilkelerle güzel-duyusal ilkelerin ayrılmaz bir biçimde bir arada olmasıdır. Yaşamı zenginlikleri içinde, canlı ele almayı amaçlayan toplumcu gerçekçilik asla şablonculuğa düşmez. İnsanı ele alırken de aynı bakış açısı ona yol gösterir. Çünkü insan ancak içinde bulunduğu toplumsal çevrenin bir ürünüdür ve onunla birlikte düşünen, tasarlayan, değişen bir varlıktır. 

Toplumcu gerçekçilikle romana, oyuna, öyküye, sinemaya kitleler girer. Yığınlar idealize edilmeden, yeni bir sisteme geçişte gösterdikleri tüm tepkileriyle birlikte ele alınır ve zaman içinde nasıl biçimlendiklerini gösterir bize. 

“Sosyalist gerçekçi sanatçı, yaşamının sonuna kadar arayış içinde olacaktır. Bu arayış sürecinde o, her somut içeriğe en uygun biçimi bulmaya, bireyselliğini koruyarak başkalarını taklit ve tekrar etmemeye çaba gösterecektir.” diyen Nazım da, “Toplumcu gerçekçilik, toplumun nedensel karmaşalarını açığa çıkarmak, egemen bakış açıları şeklinde ortaya koymak, yenilmesi gerekli güçlüklere karşı çözümler getirebilecek, insandan yana bir toplumu oluşturabilecek bir sınıfın açısından sorunlara bakmak, gelişmenin etmenlerini vurgulamak, somutu ve soyutlamayı olabilirleştirmektir.” diyen Brecht de bu nedenle sayfalarımızda sıklıkla çıkar karşınıza. 

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi toplumcu gerçekçilik ya da sosyalist gerçekçilik, insana, olaylara ve olgulara hangi pencereden baktığımızla ilgili bir sorundur. Yoksa sınırları belirlenmiş bir yazış, sunuş, sahneye koyuş biçimi değildir. Kısaca toplumcu gerçekçilik 20. yüzyılda, gerçekçiliğin Marksist yorumuyla geliştirilen bir sanat kuramıdır. 

Bizde sanattan söz edilirken toplumcu gerçekçi (sosyalist gerçekçi) sanat yerine devrimci sanat daha yaygın kullanılır. Devrimci sanatın böylesine ön plana çıkması, içinde bulunduğumuz devrimci mücadele koşullarıyla doğrudan ilintilidir. Devrimci sanat toplumcu gerçekçi sanat anlayışıyla birlikte ifade edilmelidir. Devrimci sanatın anlaşılması için öncelikle sosyalist gerçekçiliğin anlaşılması gerekiyor. Sosyalist sanat proletaryanın sınıf savaşımıyla, emekçi kitlelerin tarih sahnesine bağımsız bir güç olarak çıkmasıyla başlar. Asıl gelişmesini ise proleter devrimler çağı ile birlikte göstermiştir. Bu sanatın daha çok Gorki ile birlikte anılmaya başlanması, başlamakta olan çağın proleter devrimci niteliğinden ileri geliyor. Kapitalistlerin egemenliğine karşı mücadele sürecinde doğan toplumcu gerçekçi sanat, devrimden sonra sosyalizm koşullarında da kendini yenileyerek ilerleyişini sürdürecektir. Önsöz bu yenileme sürecinin takipçisi olarak yürüyüşünü sürdürmeye kararlıdır. 

Önsöz yayın hayatına başladığında “Zindan Türkü Söylüyor” adlı bir bölüme de sahipti. F Tipi denilen hücrelerde üretmeye devam eden devrimcilerin birçok sanatsal ürününü, mektuplarını okurlarla buluşturduk. Önsöz’ün ilk çıktığı andan itibaren sıkı okurları ve yazarları zindanlardan oldu. Bu insanlar en ağır, en ölümcül koşullarda kalmalarına rağmen yaşama dair en güzel sözleri söylediler, en güzel eserlerini verdiler. Bu nedenle Önsöz var olduğu sürece devrimci sanata kürsü olma görevini devam ettirmekte ısrarlıdır.  

Mücadele alanı olarak belirlediğimiz kültür sanat faaliyetleri yoğun bir sanat emeği gerektirir. Sanat, asla ikinci bir alan değil, her devrimcinin yoğrulması gereken bir alandır. Sanatı küçümsemek tek başına sanat-sepet diyerek olmaz. Aynı zamanda işlerin yoğunluğu gündeme geldiğinde ilk feda edilen alan şeklinde de olabilir. Oysaki toplumsal mücadele için yürüyüşümüzde bize her zaman eşlik edecek bir yoldaş olarak görmeliyiz. Yaratmaktan, üretmekten asla vazgeçmemeliyiz. Emeği görünür kılmak için onun dünyasını sanatsal üretimin her çeşidiyle yeniden yaratmalı ve ölümsüzleştirmeliyiz. Emperyalist kapitalist sistem kendi kültürünü hâkim kılmak için neler yapıyor, hepimiz biliyoruz. Bizler de işçi sınıfının ve geleceğin toplumunun kültürünü en iyi örneklerle ortaya koymalıyız.  

Sanatçının düşünsel üretimde bulunması için gerekli olan özgür ortam, her şeyin metaya dönüştürüldüğü, alınıp-satıldığı kapitalizm koşullarında yoktur. Tam da bundan dolayı sanatçı bu toplumsal sistemle kavgalı olmak zorundadır. Kapitalizm pazar ilişkilerine girmeyen hiçbir sanatsal yaratıma izin vermez. Kapitalizm sanatçıdan, bu sistemin sömürüye dayalı, insana yabancı değerlerini yüceltmesini ve ancak bu koşulda ona yaşam hakkı tanınacağını söyler. Nasıl bir eser üreteceğine, kimin için üreteceğine ve nasıl pazarlayacağına kendi karar vermek ister. Kim bu sese kulak verirse hem kendinden hem de sanatsal yaratımından çok şey kaybedecektir. Sanatı güdükleşecek, kendini tekrar etmekten zamanla tükenecektir. Yaşadığımız bu yeni evrede sanat alanında yaşanan çöküşün nedenini burada aramak lazım. Sanatçıyı bu ilişkilerin dışına kendini var edeceği özgür ortama davet etmeli ve örgütlü sanatçının ve sanatın zorunluluğunu hatırlatmalıyız. Önsöz bu hatırlatma da önemli görevler üstlenmeye kararlı bir dergidir. 

2005 yılında yayın hayatına başlayan bir dergi olarak o dönem iki önemli zorluk vardı karşımızda, biri üç ayda çıkacak olan bir derginin hızını yakalayacak şekilde üretimlerde bulunmak, diğeri ise dağıtım ve ekonomik olarak kendini döndürebilmesi. Üretim sorunu ve neler yaptığımız üzerine yukarda uzunca bahsettiğimiz için sadece şununla yetinelim, kendi yazarını, şairini, okurunu yetiştiren bir okul olma çabasından hiç vazgeçmedik. Yine de her mevsim bir sayı çıkarmamız gerekirken bazı mevsimleri Önsöz olmadan karşıladık. İçerik üretme yazı sorunundan daha çok siyasal ortamın etkisiyle yoğunlaşamamaktan, bir önceki sayının dağıtımında yaşanan sıkıntılardan ve maddi olarak yeni sayı için gerekli kaynağı bulamamaktan oldu. Böyle zamanlarda okurlarımızdan “Önsöz neden çıkmadı?” telefonları, mektupları, mailleri almak bize büyük bir güç veriyordu. Ortak gruplarda sorunları tartıştık, birlikte çözümler bulmaya çalıştık. Hem yazarı, hem okuru, hem de dağıtımcısı olmakta kararlıydık. 

Zaman ilerledikçe basılı yayının demode olduğu tartışmalara konu olduk. Biz de Önsöz olarak sorduk, gerçekten basılı yayıncılık ölüyor mu, diye. Toplantılar düzenledik, hatta bu konulu bir parodi bile hazırladık. Ortaya çıkan sonuç şu oldu: Evet, çağ yenilikleri beraberinde getiriyor, bunları görmek, bilmek lazım ama hala kâğıt kokusuna olan özlemin bitmesine zaman var, böylece basılı yayın olarak devam etmeye karar verdik. Elbette okura ulaşmanın yeni yollarından olan internet sayfamızı, sosyal medya hesaplarımızı oluşturarak devam ettik yolculuğumuza. Bir tek pandemi dönemi çıkardığımız 44. sayımızı pdf olarak yayınladık. Her yeni dönemle ve her yeni katılan arkadaşımızla birlikte yeniden ve yeniden tartıştık kendimizi. Kapak kağıdından, biçimine, tek renk oluşundan, sayfa sayısına kadar… Her seferinde yeniden yola devam dedi ekip. Bir tek boyut değişikliği yaptık. Biraz küçülttük boyutumuzu. Ve bir de yeni katılan mizampajcılarımızla yeni biçimler kazandı Önsöz sayfaları, siyah beyaz olan dergimize kendi renklerini kattılar.

Önsöz büyüyüp geliştikçe bizler de geliştik. Önsöz’e yazmak bizleri geliştirdi. Dünya tarihinin bilgi birikimi, kültür sanata ilişkin birikimleri daha iyi kavramamızı sağladı. Yazmak için yaptığımız araştırmalar olsun, Önsöz’deki yazılanlar olsun, bizleri geliştirdi. Birikimimiz arttı. 

Önsöz’ün etki ve gücünü ortaya koyan diğer bir olgu ise Önsöz’e yazanların çok olması. Zindanlarda Önsöz’ü okuyan birçok farklı siyasi düşünceye sahip devrimci arkadaş Önsöz’e yazdı, yazmaya da devam ediyorlar. Bu istek ve ilginin, dergimizin nitelik olarak yüksek bir düzeyde olması ile ilişkili olduğunu görüyoruz. 

Yaşadığımız bu süreçte Önsöz’ün misyonu daha önemli hale geldi. Sanatta star sisteminin geçerli olduğu bir ortamda, alternatif (devrimci, proleter, komünist) kültür-sanat işine soyunmak daha en başından devasa engellerle karşılaşmak anlamına geliyordu. Dünya ölçeğinde kapitalizmin yarattığı yıkım, vahşet ve dehşet insanlarda korku ve umutsuzlukla sürdürülmeye çalışıyor. Önsöz ise umudu büyüten bir misyon sürdürüyor. Halklarda oluşturulmaya, yaygınlaştırmaya çalışan korku, yılgınlık, umutsuzluk kadercilik teslimiyet çaresizlik sermayenin başka bir çıkar yolu olmadığı içindir. Oysa sermaye düzeni karşısında devrimci çözüm var. Devrim umudunun ve bunun coşkusunun canlı tutulmasında Önsöz’ün önemli bir yeri var. Önsöz güzel bir dünya ve iyi bir gelecek için yaşama coşkusu veriyor. Kapitalizmin yarattığı yıkım ve umutsuzluğu kıran, gelecek coşkusunu oluşturan bir dayanak. Önsöz’ü yaşatmak, ayakta tutmak için verilen mücadele büyük bir mücadeledir. Her sayının çıkarılması için ekonomik zorlukların aşılması, çözülmesi için yoğun çaba gösteriliyor. Yazıların yazılması, düzenlenip yayına hazırlanması için büyük fedakarlıklar ve çaba gösteriliyor. 

Kültür-sanatın toplumun yaşamındaki önemi hepimiz için bir gerçektir. Bundan dolayı da toplumsal, siyasal mücadeledeki önemi de ortadadır. Kapitalist sistem kendi kültürünü her an her dakika insanlara şırınga ediyor, var oluşunu sürdürebilmesinin yollarından biri budur. Toplumu, insanları ne kadar kendi kültürüyle şekillendirebilirse hayatta kalma süresini o kadar uzatabileceğini biliyor. Burjuvazi her gün kitle iletişim araçlarından yapmış olduğu yayınlarla toplumu adeta ahtapot gibi sarıyor, deyim yerindeyse onu hareketsiz bırakıyor. Toplumsal bilincin şekillenmesinde kültür ve sanat etkili bir rol oynuyor ve ekonomik anlamda hâkim olan sınıf kendi kültür ve sanatını yaymak için sayısız olanaklara sahip. Ona alternatif bir kültür ve sanatı üretmek ve ürettiğinizi geniş yığınlara ulaştırmak birçok açıdan çok zor bir iştir. Ama Önsöz, tüm diğer devrimci kültür-sanat yayınları gibi umudun şarkısını çalmakta ısrar ediyor. 

Tüm söylediklerimizin ve söyleyeceklerimizin özeti olarak, Önsöz adına diyoruz ki; bizim bir derdimiz var. Bu dert Nazım’ın derdiydi, Aragon’un derdiydi, Neruda’nın, katledilmeden hemen önce bir duvara, bir büyük cesaret örneği olarak, iki kere iki dört etmeyecek diye yazan Paris komünarlarının derdiydi. Bu dert Denizlerin, Aysunların derdiydi. Biz kalbimizde ve bilincimizde bunu taşıyoruz, büyük bir onurla. Bu dert doğacak olan yarının sancısıdır; büyük insanlığın o güzel yarınlarının. Biz bununla yaşıyor, bununla dövüşüyor ve ruhumuzu bunun emrine veriyoruz. Zorlukları bununla aşıyor, yolumuzu bununla çiziyoruz. Ocakta har içinde demirimiz, yürekte közümüz ve daha söyleyecek nice sözümüz var. Bundandır ki kendine yeni yürekler katarak yoluna devam edecek. Bundandır ki yirmi sene sadece bir başlangıç…

Not: Bu yazı Sanat ve Hayat Dergisi’nin “Sosyalist Kültür Sanat Yayınlarının Hikayesi” dosya konulu 46.Sayısında yayınlanmıştır.

Songül Yücel / Önsöz Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Önsöz Dergisi 54. Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir