Dünyada ve Türkiye’de ‘68

Hasat Zamanı

Akış Kopuşa Varacaktır

20.yüzyılın ilk yarısı iki büyük emperyalist paylaşım savaşına tanıklık etti. Her iki savaşın kaybedeni emperyalist kapitalist dünyaydı. Birinci emperyalist paylaşım savaşı Ekim Devrimini yarattı. İkinci emperyalist paylaşım savaşı ise faşizmin büyük yenilgisi, sosyalizmin büyük zaferiyle sonuçlandı. Yenilen faşizm ve kapitalist dünya oldu. 

Dünyanın ezilen emekçi halkları da katıldı bu dalgaya… Artık dünya özgürlük rüzgarlarına teslim olmuştu. Afrika’da siyahların isyanı, Latin Amerika’da tüm kıtayı kaplayan ayaklanmalar ve Küba Devrimi, ABD’de ırkçılık karşıtı gösteriler, Vietnam savaşına karşı ortaya çıkan savaş karşıtı hareket, Kara Panterler’in ortaya çıkışı, Filistin’de yükselen özgürlük çığlığı…

Türkiye, emperyalizmle çok yönlü ilişki geliştiren geri kalmış kapitalist bir ülkeydi. II. Emperyalist Paylaşım savaşında Nazi Almanya’sına meyletse de, iki cephe arasında salınıp durdu. Savaş bitiminde bir yanda Sovyetler Birliği korkusu, öte yanda sermaye birikiminin gelip dayandığı aşama, tutup attı Türk burjuvazisini ABD emperyalizminin başını çektiği kampın kucağına. Bile isteye, hatta bizzat o kampı zorlaya zorlaya…

1947’den itibaren Truman Doktrini ve Marshall planıyla askeri ve ekonomik yardım biçiminde Türkiye’ye giren emperyalizm, Türkiye’yi hızla ekonomik ve siyasi olarak boyunduruğu altına aldı. 1950’de “Milli Şef” seçimlerle gitti, yerine Menderes-Bayar ikilisinin Demokrat Parti’si (DP) geldi. Sanıldı ki özgürlükler gelecek. Sanıldı ki tek parti zulmü bitecek. Kafa vergileri, yol vergileri, topraksızlık, ağa baskısı… hepsi bitecek! Ama öyle olmadı. Süreç 27 Mayıs 1960 askeri darbesine kapıyı açtı. “Grev yasası” için 1961’in son günü Saraçhane’de yapılan görkemli miting, bir dönüm noktasıydı. İlk defa greve çıkan işçiler büyük bir deneyim elde ederken, dayanışmanın gücünü de ilk defa gördüler. Öğrenciler greve desteğe gittiler. Öğrenci gençlik sokaklardaki hareketten uzak kalamıyor, emek hareketiyle sokaklarda buluşmaya başlıyordu. 

Öğrenci dernekleri ve fikir kulüpleri içinde de örgütlenen gençliğin asıl enerjisi, okul işgallerinde, sokak çatışmalarında, işçilerin grevlerinde, köylülerin toprak işgallerinde, sermayeye ve emperyalizme karşı verdikleri devrimci mücadele sırasında açığa çıkıyordu. Henüz daha Kemalizm’in etkisinden sıyrılamamışlar ama sosyalizmden de güçlü bir şekilde etkileniyorlardı. Hareketin yönü, sosyalizme doğrudur. Akış, kopuşa varacaktır.

Üniversite öğrencileri bir yandan hummalı okuma, tartışma faaliyetleriyle kendisini, bilincini geliştiriyor diğer yandan da ulaşabildiği her yerde yoksullardan ve dünyanın tüm yoksul ezilen halklarından yana saf tutuyordu. Vietnam’da ABD’ye karşı Vietkong, Küba’da Che, Filistin’de Abu Ammar’ın yanında saf tutuyordu. Dolmabahçe’de ABD askerlerini denize döküyor, Vietnam direnişinin komünist önderi Ho Chi Minh’i “Ho Amca” diyerek coşkuyla selamlıyor, Filistin direnişinin sloganlarını kendi sloganları sayıyordu. 

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 1968 öğrenci eylemlerinin yükseldiği yıl oldu. Devrim kasırgaları tüm kıtalarda böyle eserken, hikayemizin kahramanlarının bu politik toplumsal atmosferin dışında kalması mümkün olabilir miydi? Bu küresel başkaldırı çağında, olayı sadece ABD ve (özellikle) Fransa’da gelişen güçlü öğrenci eylemlerinin estirdiği rüzgâr ile açıklamaya çalışmak, burjuvazinin tüm dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı gerici bir hikayedir. Gerçekte olan, “Batı”daki öğrenci hareketleri de dahil, tüm hareketin, dünya yaşanan tarihsel gelişmelerin sonucu olduğudur. Bu yüzdendir ki, o çağın bu topraklardaki genç kahramanları, “Batı”daki örneklerinin çok ötesinde bir muazzam kopuş yaratacak, “gençlik önderliği”nden “devrim önderliği”ne uzanan köprüyü kararlı adımlarla geçeceklerdir. Tarihsel görevlerinin ayırtına varan bu genç önderler kuşağı, bu onurlu ve ağır yükü omuzlamaktan çekinmedi. Bedelini hayatlarıyla ödeyecekleri zorlu yolculuğa işte bu bilinç ve duyguyla, bu tarihsel serüvenin sonucu atıldılar. Aşılmaz örnekler oldular.

 

71 Kopuşu

“Söylediğini yap yapabileceğini söyle…”
“Özün sözün bir olsun…”

Elli yıllık kesintisiz mücadele tarihinin hasadına geldi vakit. Dermesi önceki hasatlar kadar kolay olmayacak. Sorumluluğu çok büyük bir o kadar da gurur verici. Tohuma hayat vermek için can suyu olan binlerce devrimcinin yarattığı devrimci geleneğe halel getirmeden bitirebilirsek hasadımızı ne mutlu bize…

Ayrancı’da bir evde THKO manifestosunun yazımının üzerinden 50 yıl geçti. Bu tarihi anı, tarihi kopuşu kutluyor, kesintisiz devrim mücadelesini selamlıyoruz. Bu uğurda Nurhaklarda ölümsüzleşen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan’ı, idam sehpasında özgürlük bayrağı haline gelen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ı saygıyla anıyoruz. Her şey silikleşti ama bir şey dipdiri varlığını sürdürdü: Onların adları, onların yarattığı devrimci değerler, açtıkları yol. Bu yolun devrim ve sosyalizm için zorunluluğu… 

Yol ve yolun yarattığı devrimci sonuçlar unutulup, ölümsüzlerimiz “68 Kuşağı” genellemesiyle alabildiğine romantik ve etkisiz bir anıya dönüştürülmek isteniyor. Bazen romantik yanlarıyla, bazen kişisel özellikleriyle, bazen maceracı yanlarıyla anlatılmaya, gerçeklerinin bunlardan ibaret olduğu gibi bir algıya neden olabiliyor. Oysa aslolan bu sonucu yaratan değerleri bilmek, yürüdükleri yolu anlamak ve anlaşılan şey doğrultusunda bugünün mücadelesini daha ileriye taşımak için kendi yolumuzu yürümek. Mücadelenin kesintisizliği, koşulların birbirini tamamlamak zorunda olduğu, tek bir kuşağın, tek bir ömrün gerçek kurtuluşa ulaşmak için yeterli olmayacağı bilinciyle kuşakların birbirini tamamlaması… Devrim ve sosyalizm mücadelesinin olmazlarından biri… Yoldaşlarımızın açtığı yolda yürümeye, onların değerlerini her tür çarpıtmaya karşı, her türden anti propagandaya karşı, her türden güzelleme gibi görünen saldırıya karşı korumak, her zaman olduğu gibi bugün de görevimiz. 

4 Şubat 2020’de kırmızı kaplı bir deftere düştüğümüz notla başladı belgesel çalışmamız. Hemen ardından ise iki yıldır yaşadığımız pandemi koşulları geldi. Evlerimize kapatıldık “Evde Kal” sloganı ile… Oysa “evde kalamayanlarımız” çoğunluktaydı. Sağlığımız için denilen şey bir süre sonra faşizmin yönetme biçimi haline dönüştü. Toplumun, bireyin sağlığı üzerinden değil de sistemin devamı üzerinden alınan önlemlerle tam bir kâbusa dönüşen ve binlerce insanımızın hayatını kaybettiği sürece girmiş olduk. Düşündüğümüz anlamda o günlerin tanıklarına çevireceğimiz kameralarımız istediği özgürlükte gezemedi. Belgeselimizin ilk bölümü o nedenle tek kişinin tanıklığı ve anlatımıyla sınırlı olacak. Ergun Adaklı’nın tanıklığıyla ilerleyeceğiz. Uygun yerlerde ve izinler alındığı koşulda daha önce tanıklığına başvurulmuş kişilerin tamamlayıcı hikâyelerine, anı kitaplarının sayfalarına yer vereceğiz.

Tarihi bilmek önemli ama anılarla birlikte bilmek çok daha önemli hale geliyor. Bunu yaptığınızda şöyle şeylerle karşılaşıyorsunuz: Denizin haşarı, neşeli, dalgacı kişiliği, Hüseyin’in az konuşan ama gerekli yerde gerekli sözü söyleyen iş bitiriciliği, Yusuf’un çok yönlü, yetenekli, hangi iş verilirse o işi başarıyla yapabilme özelliği ve çalışkanlığı, Sinan’ın düşmanını dahi ikna edecek kadar iyi propagandacı oluşu, davudi bir sesle şiir okuyuşu, baba oluşu… Dâhil oldukları eylemlerdeki iç hikâyeleri öğreniyorsunuz. Eylemden önce ne konuştular, döndükten sonra ne yaptılar. Anı anlatım kitaplarında karşımıza çıkıyor tüm gerçekleriyle… Bunlardan da bol miktarda yararlandık.

Kadınların hikâyelerine özellikle bakmak istedik. Denizler Mahirler Sinanlar anlatılır da onlarla birlikte yola çıkan kadınlar pek anlatılmaz. Hatta bazen hiç yokmuş gibi davranılır. Bunun mümkün olmayacağını biliyoruz. Gülay Ünüvar Özdeş’i daha iyi tanımış olduk bu süreçte. Kim olduğunu, neler yaptığını, 12 Mart üzerine bildiri yazılarken Hüseyin’in yanında Gülay’ın olduğunu, bildirinin duyrulması işinde ve daha birçok yerde var olduğunu biliyoruz.  

Beş bölümden oluşan bir belgesel yapmak amacımız. Birinci bölüm, “1968 neydi, 68’e nasıl gelindi, ‘71 devrimci kopuşunu zorunlu kılan koşullar nelerdi” soruları etrafında ilerleyecek. Denizlerin idamıyla sonuçlanan dönemi anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. İkinci bölüm, Denizlerin idamının ardından yükselen devrimci kavgaya, 70’li yıllara bakacak, “nerde kalmıştık” diyerek yola devam edenlerin, mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin hikâyesine çevireceğiz kameralarımızı. İdam sehpalarıyla, katliamlarla kökleri koparırlarsa mücadeleyi de bitireceklerini sananların nasıl bir yanılgı içinde olduklarını göreceğiz hep birlikte. Kıvılcım bozkırı tutuşturmuştur, ne yapsalar nafile… Mücadele yaygınlık kazanmıştır artık. Önü alınmaz kitlesel bir güce dönüşmüştür. Üçüncü bölüm, 1980’den 1990’lara kadar gelen süreci ele alacak. 12 Eylül faşizmini, toplumsal baskı, idamlar… Buna eşlik eden “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”, Berlin Duvarlarının yıkılışı, Sovyetler Birliğinin çözülüşü… Sosyalist hareketinin içine girdiği bunalım… Kim ne yaptı, nasıl sonuçlara ulaştı… Ülke de yükselen bahar eylemleri, yeniden doğuş… Dördüncü bölüm, 1990’lara ve yeniden bir devrimci kopuşun zorunlu olduğu döneme çevirecek kameralarını. Emperyalist kapitalist dünyanın tarihi yeniden yazma, elveda proletarya, tarihin sonu tezlerinin ortalıkta dolandığı bir dönemde sosyalizm kazanacak diyenlerin ve bu uğurda mücadele edenlerin hikâyesini anlattığımız dönem olacak. Beşinci bölümümüz biten bir yüzyıldan yeni başlayan 21. yüzyıla bakacak. Ayaklanmalar yüzyılında dünyada gelişen isyan dalgasına, devrimlere çevireceğiz kameramızı. 3. Dünya Savaşının yarattığı yıkımı, ekonomik krizin dünya emekçi halklarına yaşattığı acıları ve acının sonucu ortaya çıkan öfkeyi takip edeceğiz hep birlikte. Gezi ayaklanması ve Rojava devrimiyle birlikte yaşanan zafere odaklanacağız. 

Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak yeniden anlatmak istedik ‘71 Kopuşunun açtığı yolu. O günlerin içinden çıkıp gelen Ergun Adaklı’ya çevirdik kameralarımızı… İlk anın coşkusuna, ilk anın heyecanına tanık olmak istedik onun aracılığıyla… Tüm süreci kolektif yürütmeye çalıştık. Sınırları zorladık en iyisini yapabilmek için. Ticari bir kaygımız olmadığı, yarışmalar, festivaller kovalamak için yola çıkmadığımızdan, destek bulmakta zorlandık. Yapabileceklerimizin sınırlarını zorlarken motivasyonumuz her yönden yetenekli, yetkin bir kuşağı anlatmamız oldu. Kendi yolumuzu kendimiz açmalıyız dedik ve çıktık yola. Destek olan, bundan sonra destek olacak olanlara sonsuz teşekkürler.

 

Önsöz Dergisi
48. Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir