“Gitmek”

Antakya’da Ahmet adında bir gencin öldürüldüğü gece anlatmaya başladığım hikâyeyi, o geceden 22 ay sonra sonlandırmak üzereydim. Son birkaç sayfanın altlığını oluşturmuş, sulu boya takımı, kalemleri ve her tür alet edevatımı ayarlamış, Ankara’daki öğrenci evimin salonuna karargâhımı kurmuştum. Önümde çizdiğim ve çizmekte olduğum sayfalar serili; kulağım bir yandan bilgisayarda açık duran ve neredeyse tüm sahnelerini ezbere bildiğim dizideydi. Hazırlamakta olduğum kitabın arkasında Gezi’nin üzerinden geçen zamanda yaşadıklarımızı anlatacağım bölümü düşünüyordum. ODTÜ yolunu, Hasan’ı, Özgecan’ı… 

Mutfakta bıraktığım telefonumun çalmasıyla birlikte diziyi durdurdum ve mutfağa gitmek üzere yerimden kalktım. Günlük konuşmamızı yapmak üzere annem arıyordu. Açtım telefonu. Sesi bir garip… “Nasılsın, napıyorsun, evde misin?” sorularından sonra garipliğin nedenini çözmeye başlıyorum. “Haberleri izledin mi?”, “Patlama olmuş. Urfa’da…” Urfa’da olan bir patlamadan sonra beni neden aradı, diye düşünmeye yeni başlamıştım ki devamı geldi “Sosyalist gençler… ölüler varmış…” Telefon kulağımda bilgisayara yürüyorum. 

İnternete ilk düşen görüntüyü açıp anlamaya çalışıyorum. Bir grup gencin ortasından yükselen bir alev topu… Tıpkı birkaç ay sonra Gar’da önümde yükselecek dev alev topları gibi… Bir anda bir gürültü ve her tarafa dağılan insan parçaları, çığlıklar, kan kokulu boş bakışlar… O yaşıma kadar yalnızca haberlerde duyduğum bir katliam biçimine tanık olmak, bunun bizim başımıza da gelebileceği gerçekliğini kavramak biraz zaman alıyor. 

Söğütlüçeşme Metrobüs durağından çıkarken tekrar tekrar yaşıyorum bu anları. Beksav’a giden yokuşu tırmanırken kaybettiğimiz insanları düşünüyorum. Patlamadan dört yıl sonra hazırlanmış belgeseli izlemek için Beksav’ın bahçesine giriyorum. Beksav’ın kısıtlı imkânlarıyla gösteriliyor, çünkü birkaç saat önce Şişli Emniyeti, Nazım Hikmet Kültür Evi’nde yapılacak belgeseli güvenlik gerekçesiyle yasaklamış. Film gösterimi kimin güvenliği için tehlike arz ediyor bilmiyorum. 

Belgesel başlıyor. “33 düş yolcusu”nun ardından toplanan 200’e yakın tanık anlatımı geliyor peş peşe. Anneleri, babaları, arkadaşları, yoldaşları anlatıyor onların gitme hikayelerini. Belgesel boyunca nerdeyse bir iki isim dışında hiçbirinin ismini özel olarak duymuyoruz. Hiçbirinin resmini görmüyoruz, hiçbirinin görüntüsünü izlemiyor, hiçbirinin sesini duymuyoruz. Bütün cümleler tek bir kişiyi anlatıyor gibi ardarda devam ediyor. Yeni bir yaşama doğru çıkılan ve ondan sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bilinen bir yolculuğu, bir düş yolcusunun yolculuk hikayesini dinliyoruz. Gitmeye karar verdikleri andan, Amara Kültür Merkezi’ne indikleri ana kadar bu yolculuğa tanıklık ediyoruz. 

Evlerden başlıyor hikâye. Odalardan, mutfaklardan, bahçelerden… Sonra otobüsün kalktığı Kadıköy Belediyesinin önüne geliyoruz. Sonra otobüse biniyoruz, otobüs camından dışarı bakarak İstanbul’dan Urfa’ya uzanan yola il il tanıklık ediyoruz. 

Her bir hikâyede çift görüntü izliyoruz. Bir yanda “yolcu”nun gözünden Kadıköy-Suruç yolunu tekrar kat ediyor, bir yandan akıp giden yol görüntülerinin üstüne silik bir şekilde çakıştırılmış yakınlarını dinliyoruz. 33 kişinin hikayesini dinlerken, onlarla aynı otobüse binip yolculuklarına ortak oluyoruz. 


Ve belgeselin bitimine doğru Amara Kültür Merkezine geliyoruz. Patlamadan dakikalar önce bir gazetecinin çektiği görüntüler yansıyor ekrana. Kültür Merkezine yeni varmış insanları görüyoruz; kimi bahçede sigara içiyor, kimi sohbete dalmış, kimi binanın içinde getirdikleri yardım kolilerine sırtını dayamış yol yorgunluğunu atmaya çalışıyor. Birazdan ekrana sarı yıldızlı kırmızı çerçevelerle yansıyacak yüzleri -belgeselde ilk ve son olarak- Temmuz sıcağında kavrulan Amara Kültür Merkezinde görüyoruz. Hiçbir sahnede göremediğimiz yüzler kameranın önünde bir bir beliriyor. Kamera tek tek dolaşıyor yüzleri. Yolcuların arkada kalanlara büyük bir yük bırakan bakışları aynı düşü kuran izleyicileri delip geçiyor. 

Ekran kararıyor. Bu kez 33 yolcunun sarı yıldızlı kırmızı çerçeveyle hazırlanmış fotoğrafları beliriyor. Her seferinde bir yolcu beliriyor ve solarak kayboluyor. Beliriyor, kayboluyor; beliriyor, kayboluyor… 33 yolcu… karşımızda beliriyor.

 

Önsöz Dergisi

42.Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir