Küçük Bir Yolculuktu Bizimkisi

Vefa Serdar anısına…

 

Ben hiç iyi bir ajitatör olmadım senin gibi. Senin gibi iyi bir konuşmacı da değilim. Ve yine senin gibi politik tahlil de yaptığım pek söylenemez. Anı anlatabilirim en fazla. Haberi aldığımdan beri kafamda dönen bir anı bu. Bir yolculuk hikayesi anlatabilirim sana. Bir insanın ömrüne kıyasla o kadar da önemli olmayan kısacık bir günde geçen bir yolculuğun hikayesi. Ağustosun sonları, bol güneşli, bol yürüyüşlü, bol oksijenli, pırıl pırıl bir gün. 

Ada vapuru yaklaşıyor limana. İki gündür uykusuzum. Kafam önüme düşüp duruyor. Yol nasıl olsa uzun, uyurum diye bindim vapura. Uyuyamadım. Uyanık da kalamıyorum. Tam dalıyorum diyorum anons geçiyor. Yok diyorum bu değildi, bir sonraki. Tekrar kalkıyor vapur. Kapatıyorum gözümü, hop tekrar anons. Bu sefer kesin. Elimde tonla eşya. Bu sıcakta eşya taşımak zor geliyor. 

Bir, iki, bir de çantam üç. Hepsini yerleştirip kollarıma fırlıyorum yerimden. İskelede bekliyorsun ve beklemekten hiç hoşlanmazsın. O yüzden insanları yararak geçiyorum öne. Pandemi girdi araya, ne zamandır görmediğim için seni ilk bakışta tanıyamadım. Yok, maskeden değil. Saçlarını uzatmışsın, yakışmış. Havalı olduğunu söylediğimde hiç de şaşırmış gibi değildin. Aysel de sevmiş, belki de hala bu yüzden uzun. İlk vapurla geldim, sık yaptığım şey değil ama kahvaltısız çıktım bu sefer evden. Marketle fırın birbirine yakın. İlk önce markete girelim, peynir ve reçel lazım. Benim tercihim böğürtlen. Sen de seviyorsun sanırım. Fırında seni tanıyanlar var. Sohbet, muhabbet… Nihayet eve yürüyoruz. Şu yüklerden kurtulmam lazım. Evde yaparız herhalde çekimi diye düşünüyorum. Ama senin farklı önerilerin de var. Bir yemek yiyelim de değerlendiririz. 

Ev çok güzel. Pembe panjurlu değil belki ama bu evde yaşlanmak isterdim. Bostan da yapmışsınız. Bir sürü şey ekili. Malum pandemi girdi araya. Vakit olmuştur bakıma, büyütmeye. Bir de kediler… En çok onları sevdim. Kedisiz bir ada evi düşünmek zor olurdu. Her kedinin ayrı bir huyu var. Bir tanesini karşıdaki evin çatısından kurtarma hikayeni anlatıyorsun uzun uzun. Belli, bu kedilerle çok mesai yapmışsın. 

Balkondan İstanbul görünüyor. “Ne kadar güzel bir manzara” deyiveriyorum. Senden çok manzaraya odaklandım, kusuruma bakma. Her gün görmek nasip olmuyor biliyorsun. Manzarayı artık görmediğini söylüyorsun. Emre ve Kenan’dan sonra huzurunun kalmadığını. Bu kadar güzel bir manzaranın karşısında Emre’yi hatırlıyorsun ve Kenan’ı. Daha önce de söylemiştin bunu. Suçlu mu hissediyorsun kendini? Daha yaşayacakları çok zamanları vardı. Kendi ömründen onlara verebilmeyi belki de bu yüzden istiyordun. Konuyu değiştiriyorum. Şu an bunu konuşmak istemiyorum.

Hazırlanmışsın. Birkaç kâğıt parçasında anlatacağın konular var. Otuz yılı nasıl anlatacaksın diye merak ediyorum. Ezberlemiş olabilir misin otuz yılda neler olduğunu? Ezberlersin sen, inanırım. Tepeye mi gideceğiz şimdi? Daha önce birkaç sefer çıkmıştım ama bu yaz sıcağında… Peki, senden daha az sportif değilim. Olur. Bu eşyaları taşımak zor geliyor ama sana verecek değilim, ayıp. 

Güya kestirme yol varmış. Yola çıkarken de inanmamıştım kestirme olduğuna. Baya ısrarcısın ve inatçı. Yol boyunca bunun kestirme olduğunu söyledin. Yol boyunca inanmadım sana. Tabii, sana kolay. Alışık olduğun bir yol. Ben o kadar deneyimli değilim. Sen sarp yolları çıkmakta ustasın, hızlısın, çok terliyorsun ama nefesin hiç kesilmiyor. Aramızda o kadar yaş var. Sigara da içmiyorum. Ama birkaç sefer bayılacağımı düşündüm, açık söyleyeyim. Çok eğlendin halimden, belli. Lütfen biraz yavaşlayabilir miyiz? Ha bir de dalga geçiyorsun, pek güzel. Neyse, dönüşte yokuş aşağı vuracağım kendimi. Tüm bir yolu bunun hayaliyle çıkıyorum. İp serdikleri o son yokuşu çıkıyoruz. Yokuşun başında yolun daha yarısını geldiğimizi iddia ediyorsun. Etme bence, ben öyle hatırlamıyorum. Kiliseye kadar bununla da dalga geçtin. Kızdırmayı seviyorsun. Son nefesimi vereceğimi düşündüğüm anda yolun bittiğini anlıyorum. Nihayet. Şurada güzel güzel yapalım çekimimizi de sonrasında çay, kahve, muhabbet. Bir masaya oturuyoruz, olmuyor. Diğerine geçiyoruz. Pandemide niye bu kadar kalabalık burası? Bu çocuklar kimin? Hiç susmuyorlar, hiç… İnsanı çocuktan soğutacak kadar gevezeler. Başlıyorum çekime. Çocuklar susmuyor. Yok, bu böyle olmaz. Girişteki masalar da dolu. Mecburuz sessiz ortama. Sen dikkatin dağılınca sinirleniyorsun. Tek seferde yapıp bitirmek gerek. Seni daha fazla germeyelim. Eve dönelim ne yapalım, orada çekeriz. 

Şimdi en güzel kısmı, yokuş aşağı vuracağız. Eskiden de yapardık böyle yürüyüşler. ODTÜ kırsalında az dolaşmadık. En güzel yıllarını orada anlatmıştın. Yurtların önünden başlardık yürümeye, arka yoldan Devrim’e, tellerin yanından yürüyüp yemekhanenin önüne, oradan Fizik, Kütüphane, Matematik, Mimarlık, en son da Hazırlık… Hazırlık’ın orada tam hikâyenin en heyecanlı yerini anlatıyorken takılıp düşmüştün. Önündeki engeli sana söylemediğim için suçlamıştın beni, sağ ol bunu hep hatırlayacağım. Hala içim sızlıyor o günü düşündükçe. Bu halimle eğlendin hep. Hiç komik değil. Kızılay’da da çok yürüdük. Ben daha çok onları hatırlayacağım sana inat. Kenan’la yürüdüğümüz yollarda senle de az yürümedik. Ama senin payına daha çok sorun düşmüştü. Bu dönemin gençlerinin senin dönemin gibi olmadığını, yaşamlarını bir amaca adamadıklarını sen de bildiğini söylemiştin. Bu senden duyduğum en ilginç itiraftı. Tabii ki farkındasın yaşadığımız zorlukların. Ama hep bir ‘ama’n vardı. Belki senin dönemin gibi değil hiçbir şey. Tamam, ayaklandık filan da sonuçta devlete kafa tutmak ve tüm ömründe bunu yapmak kolay mı? “Biberine, gazına, copuna, sopasına, eyvallah” diyenler patlamaya hazır bir namluya bakarken ya da yanı başında bombalar patlarken de aynı kayıtsızlıkta olamadılar. Sen bunların hepsinden geçtin. Birçoğumuz bu sınavları veremedi. Sen de biliyorsun. Sendeki inat birçoğumuzda yok. Evet, kendi tarzımız var, orası doğru. Ama zora gelince bazılarımız cayabiliyor. Sen bu yaşamında hiç caymadın. Neyse, nostaljiye kaçmayayım, sen anladın beni. Bu tartışmalarımızın hepsini hatırlarsın. Sen kolay kolay unutmazsın zaten hiçbir şeyi. Bu özelliğini bazen hiç sevmiyorum. 

Geldiğimiz yoldan yürümüyoruz. Neden? Daha da kestirme olduğunu mu iddia ediyorsun bu yolun? Ama bu yol da yokuş yukarı… Yine nefessiz kalıyorum. Mola istiyorum. Her istediğimde vermiyoruz. Baya mutlusun bakıyorum. Bu halim senin için eğlence olmuş. Bana acımayı bırak artık. Şuradaki kütüğün üzerinde biraz dinlenelim. 

Her devrimcinin her daim kafasını kurcalayan soruları soruyorsun. Ben nereden bileyim? Evet, ben de bir şeyler biliyorum elbet ama bu sorduklarının cevapları şimdilik bende yok. Bilsem benim kafamı da kurcalamazdı bu sorular. Gençleri düşünüyorsun bu ara sanırım. Nasıl daha çoğalabiliriz, gençleri biraz farklı bu dönemin, onlara nasıl yaklaşmalı… Ben de artık ‘genç’ diyorum, bak. Büyümek böyle bir şey mi? Başlarda ben sana sorardım böyle sorular. Şimdi özne başkaları. 

Sürekli kurcalıyor kafanı bir şeyler. Biraz da bu yüzden huzursuzsun. Hep daha fazlası olmalı. Bunu en iyi sen biliyorsun. Eksikliğini belki biz çekiyoruz ama sen de az hissetmemişsin. 

Ve hala yolun kestirme olduğunu iddia ediyorsun. Etme artık. Mola bitti. Günü yarıladık ama tek bir çekim bile yapamadık. Omuzlarım, kollarım, bacaklarım bitap… Bir ada yolculuğu hiç bu kadar yorucu olmamıştı. 

Sonunda eve geldik. Kahvaltının hepsi eridi gitti. Zaten uykusuzum, daha da çekim yapmazsak bir yerde uyuyup kalacağım. Hadi artık. Masayı çek, kitaplığı düzelt, alakasız objeleri kadrajdan uzaklaştır, bu koltuğu sevdim, otur şöyle. Rahatsan başlayalım. Mükemmel olmasını istiyorsun biliyorum, ama biraz rahatla. Gömleğini ütülemişsin, iyi görünüyorsun. Saçlarını da arkaya at şöyle. Hah, böyle iyi. Başlayalım. 

Benim kahvem yanımda. Dikkatin dağılmasın diye her yudumu fazla fazla alıyorum ki çabuk bitsin. Fincanı masaya koyarken de ses çıkıyor, dağılıyor kafandakiler. Gözlerinden anlıyorum. 

Nasıl da sırayla anlatıyorsun, onar yıllara bölmüşsün, bir tarih anca bu kadar özetlenebilirdi. Tabii, sen de iyi bir şey çıksın istiyorsun. Bazı yerleri tekrar alalım diyorsun da merak etme, kesip biçilecek daha. Gerçi bu konuda da bana pek güvenmiyorsun. Gündem videolarında en çok seni kestiğimi düşünüyordun. Bence güzeldi onlar da. Videoları bana iletmen senin için işkence halini alsa da… Napalım, günümüz izleyicisi hız seviyor. 

Sadece tek bir molayla işi toparladık. Uykusuzluğumu unuttum seni dinlemekten. Videoyu izlerken de bu kadar etkilenir mi insanlar, orasını bilmem. Ben yeterince etkilendim, biraz bencilim. Gitmem lazım. Vapurların saatini sen biliyorsun. Yemeğe kalmayı isterdim ama yetiştirmem gereken işler var. 

Israrcısın yine. İyi peki, çabuk çabuk yiyip akşam vapuruna yetişirim. Balkondan bu sefer akşam güneşini izliyoruz. Yemek de pek iyi geldi, kendime geldim. Artık gitmem gerek. Ne zaman görüşürüz bir daha, bilmiyorum. Ama görüşürüz elbet. Bir yere gittiğimiz yok, değil mi? 

Sarılma, öpüşme adetlerini bir kenara bıraktık, malum pandemi… Sarılmayalım. Siz benim yerime birbirinize sarılırsınız. Şu günler bir geçsin, daha rahat otururuz. Benimkini de alır gelirim. Piknik planımız var aslında ama bakalım. Aşı işini bir çözsünler hele. Bir de bunu bekleyeceğiz. 

Peki, senden selam söylerim herkese. Keşke sen gelsen de kendin söylesen. 

Gelemiyorsun, olsun. 

Güzel bir son gündü, teşekkür ederim.

 

Önsöz Dergisi

47.Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir